29 Nisan 2014 Salı

DOLMABAHÇE DEKLERASYONU

SİNEMA STRATEJİK BİR SEKTÖRDÜR

antetlilogo.jpg
“Sinema stratejik bir sektördür”
Sayın Başbakan,

Bugüne dek neredeyse aldığınız hiçbir majör siyasi karara, attığınız hiçbir ideolojik adıma, hiçbir politik fikrinize, felsefi düşüncenize katılmadım ve partinize muhalif sanatçı kimliğimi hiçbir zaman gizlemedim. Buna rağmen burada bulunmamın sebebi hikmeti, “demokratik açılım” adını verdiğiniz hamlenizi, sadece yandaş ya da paydaşlarınıza değil, muhaliflerinize de bire bir, yüz yüze anlatma ihtiyacı duymanızdan kaynaklanmaktadır. Demokrat bir tavır olan bu tutumunuz karşısında, sinemanın özelinde, ülkemizin dünyaya açılımı, tanıtımı ve doğru algılanması için geliştirmemiz gereken stratejilerden bahsetmek ve “anlayışa giden yol beyinden değil, kalpten geçer” özdeyişinin “açılımını” yapmak istiyorum.

Beyaz perde olarak da tanımlanan sinema, aslında “beyaz perde değil, beyaz bir aynadır.” O beyaz aynada, ait olduğu toplumun tüm seçkileri, yargıları, yergileri, övgüleri, dertleri, aşkları, hüzünleri, manevi dünyası ve tüm maddi üretim değerleri yansır. İşte bu nedenledir ki, “sinema stratejik bir sektördür”. Öyle güçlü stratejik bir sektördür ki, bir ülkeyi tek bir filmle vezir ettiği gibi, yine tek bir filmle rezil de edebilir. Yalan ve iftiralarla dolu “Gece Yarısı Ekspresi” filminin bu ülke çocuklarına otuz yılı aşkın süredir çektirdiği acılar hala canımızı yakmaktadır. . Ne var ki, ülkemizin yanlış tanınmasına yol açan bu film ve benzerlerine karşı tez geliştirmek için, aynı güçlü silahı, yani stratejik bir sektör olan sinemayı kullanmayı bir türlü akıl edebilecek iktidarlar ve yasama organları gelmemiştir ülke yönetimimize. Örneğin, içinde bulunduğumuz Nisan ayı her yıl gelip çattığında  "Acaba Amerikan Başkanı bu sene soykırım sözcüğünü kullanacak mı?" sorusuyla yatıp kalkıyorsunuz. Ermeni meselesinde Türk tezi olduğunu söylüyorsunuz ve bunu dünyaya bir türlü anlatamıyorsunuz değil mi? Oysa Holywood projeleri kadar büyük bütçeyle desteklenen ve bir yönetmenimiz tarafından çekilecek bir filmle kendi tezinizi bir çırpıda tüm dünyaya anlatır, sesinizi duyurabilirsiniz. Batı dünyası kendi tezlerini sinema yoluyla anlatmayı, sinema sanatının stratejik önemini 60 sene önce görmüş, biz ise sinemadan korktuk, sansürledik, güdükleştirdik. Batının sinemaya bu çerçevede atfettiği önemi iki kısa örnekle bilgilerinize sunmak isterim.

Yıl 1946, II. Dünya savaşı sonrası Amerika Birleşik Devletleri, savaşın galibidir ve Fransa’nın kurtarıcısı kimliğinden aldığı güçle, Amerikan şirketlerinin Fransa’da geniş bir ekonomik hacim elde etmesi amacıyla Fransız sinemalarında daha çok Amerikan filmi gösterilmesini Marshall planının bir parçası olarak masaya koymuştur. Sinemanın startejik bir sektör olduğunun bilincinde olan Fransız hükümeti ise, durumun farkına vararak derhal tedbir almaya yönelmiş ve Fransız sinemasını desteklemiştir. Takip eden yıllarda iktidara gelen tüm Fransız hükümetleri de maddi, manevi ulusal değerlerini yaşatmak, yaymak, tanıtmak ve daha çok insana ulaşmak amacıyla Fransız sinema sektörüne ciddi oranlarda destek vermektedir. Destek oranı 2008 yılında 1,5 MİLYAR Euro tutarında dev bir bütçeye ulaşmıştır. Bu rakam ülkemizde ise aynı yıl sadece 10 milyon Euro’da kalmıştır.

Yıl 1994… tüm dünya ülkelerinin sinemaları Amerikan filmlerine teslim olmuştur. Avrupa ülkelerinin tamamı Amerikan filmlerine kota koymak üzere yasal düzenlemelere girişmiştir. Bir sinema salonu bir yıl içinde toplam 100 sinema filmi gösteriyorsa, bunun 20 tanesi yerli film olmak zorundadır. Benzer bir yasal düzenlemenin bizde de hazırlıkları başlamış ve haber anında Amerikan Dış Ticaret Müsteşarlığı’na ulaşmıştır. Müsteşarlık hiç vakit kaybetmeden I. Bush’u uyarmış ve hazırlıklarımız Bush’un sert bir ültimatomuyla durdurulmuştur: “Eğer Amerikan filmlerine kota koyarsanız, biz de Türk tekstiline kota koyarız!” Bu ültimatomun nedeni, Türkiye’den Amerikan sinemacıların beklediği birkaç milyon doların eksilmesi değildir. Amerikan Dış Ticaret Müsteşarlığı’nı telaşa düşüren faktör, sinema sayesinde Türkiye’de şuurlara yerleştirilmiş olan Amerikan yaşam biçiminin, Ford’un, Westinghouse’un, Chevrolet’nin, General Electrics’in, Converse’in Lewis’in, F-16’ların, Ray-Ban gözlüklerin, helikopterlerin, laser’in, bilgisayarların, cep telefonlarının algılanmasındaki azalma olasılığıdır. Bu kadar büyük reaksiyon nedeni “sinemanın stratejik bir sektör” olduğunun farkına varmış olmalarından başka bir şey değildir.

Sinema stratejik bir sektördür, çünkü üretildiği ülkeye sadece direk satışı yoluyla mali katkısı olmamakta, reklâm kokmadan, saldırgan satış mümessilliği yapmadan, ülkeyi ve değerlerini sanatla çevreleyerek sunabilmektedir ve bu nedenle beyinlerden, akıllardan, hesaplardan, kitaplardan önce kalplere hitap eder.

Bu farkındalık düzeyine ulaştığımız anda, her şeyden önce daha çok sayıda ve dünya pazarlarında yarışacak yüksek kalite standardında film çekilmesini sağlamak için sektörel düzenlemeler yapmak gerekmektedir.  İşte bu nedenle sektörümüzde reform şarttır. Reforme edilmiş bir sinemamızın ise ülkemizi kanatlandırıp uçuracağı aşikârdır.

Fransa’da sinema sektörünün yönetimi Kültür Bakanlığına bağlı idari açıdan özerk, mali açıdan devlet denetimine tâbi bir tüzel kuruluş olan Fransız Ulusal Sinema Merkezi’ne bırakılmıştır. CNC’nin 1,5 Milyar Euro’ya ulaşan dev bütçesi doğrudan genel bütçeden alınmamakta, havuzuna 3 temel kaynaktan gelirler akmaktadır:
 
1.                  Bilet fiyatları üzerinden kesilen sinema vergisi                           % 11
2.                  TV kanallarının genel cirolarından kesilen sinema vergisi          % 5,5
3.                  DVD ve elektronik alet satışlarından kesilen sinema vergisi       % 2,5

Ülkemizde ise Kültür Bakanlığı’nın Destekleme Fonu’ndan başka bir fon sinemamızı desteklememektedir. Fonun geliri ise sadece tek bir kaynaktandır. Sinema gişelerinde kesilen bilet fiyatlarının %4’ünden ibarettir. Aslında “rüsum vergisi” adı altında biletlerden %10 oranında kesinti yapılmakta, ancak bunun %2’si belediyelere aktarılmakta, %4’ü Maliye Bakanlığında gasp edilmekte, Sinema Genel Müdürlüğüne ancak %4’ü ulaşabilmektedir. Son yıllarda mucize yaratmış olan sinemamızın başkaca bir kaynağı da yoktur.  Oysa bizde de televizyonların yıllık reklâm cirolarından %5 oranında kesinti yapılmakta, ancak toplanan para Fransa’da olduğu gibi film sektörüne değil, RTÜK’e aktarılmaktadır.

Elektronik cihazlar ve dvd’lerden bizde de Fransa’da olduğu gibi bandrol adı altında bir kesinti yapılmakta, ancak toplanan para yine film sektörüne değil, TRT’ye aktarılmaktadır.
Neredeyse sıfır devlet sübvansiyonuyla yurt içinde Amerikan filmlerine kafa tutabilmiş, yurt dışı festivallerinden onlarca ödül toplamakta olan sektörümüzün endüstrileşmesini sağlayacak bir modelin çerçevesinde kalite standardı yükseltilecek olan filmlerimizin daha cazip ihraç ürünlerine dönüşeceği aşikârdır. Bu yolda tek ihtiyacımız, yasama organından gerekli reformları çıkartacak güçlü ve demokrat bir hükümet iradesidir.

Üretim alanında sektörümüzün beklediği reformlara maddeler halinde göz atacak olursak işimizin aslında hiç de zor olmadığını görebiliriz.

1.Özerk Türkiye Sinema Kurumu kurulmalıdır
2.Fikri Mülkiyet Hakları ile ilgili yasaların AB müktesebatına uyumu sağlanmalıdır
3.Gişe gelirlerinden alınan %10 verginin tamamı film sektörüne aktarılmalıdır 
4.Elektronik cihaz satışlarından elde edilen verginin bir bölümü film sektörüne aktarılmalıdır
5.TV reklâm gelirlerinin RTÜK’e yönlendirilen %5’inin bir bölümü film sektörüne aktarılmalıdır
6. Sponsorları teşvik edecek yasal düzenlemelerin gerçek anlamda teşvik edici hale getirilmeli ve iş dünyasına tanıtılmalıdır
7.Ürün yerleştirme serbest ve ücretsiz bırakılmalı, yeniden düzenlenmelidir
8.%20 oranındaki stopaj vergisi düşürülmelidir
9.%18 oranındaki KDV’nin düşürülmelidir
10.Alt yapı yatırımları teşvik kapsamına alınmalıdır (plato, laboratuar, stüdyo, kamera, ışık malzemeleri)
11. Yabancı film yapımcılarının ülkemizde film çekmelerini teşvik etmek amacıyla vergi iadesi uygulaması daha cazip hale getirilmelidir
12. Uluslara arası özel ikili ortak yapım anlaşmaları sağlanmalıdır
13.Korsanla aktif olarak mücadele edilmelidir
14.Sosyal güvenlik ve çalışma koşulları derhal düzenlenmelidir
15.Dünya pazarlarında yarışabilmek, film ihracatımızı artırmak üzere “dış tanıtım”a ayrı bir önem vermek gerekmektedir. Ancak aktif bir dış tanıtım stratejisiyle global pazardan pay almamız ve milyonlarca dünyalının kalbine girmemiz mümkün olabilecektir.

Konuşmamı noktalarken Film Yönetmenleri Derneği Yönetim Kurulu Eşbaşkan’ı sıfatımla, sizin, kültür, maliye ve çalışma bakanlarımızla birlikte, sektör önde gelenlerinin katılacağı ve yukarıda bir kısmını özetlediğim sinema reformuna dair, iki günlük bir çalıştaya davet etmek isterim.

Unutmayalım:
“anlayışa giden yol beyinden değil, kalpten,
demokrasiye giden yol ise meclisten değil, beyaz aynadan geçer”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.