24 Mart 2014 Pazartesi

* 2008 Haziranında AB gözlemci gazetecilerine İstanbul'da yaptığım konuşmanın metnidir....

MADEM Kİ DELİLİĞE METHİYE DÜZMÜŞ ERASMUS
BENİM ADIM BUNDAN SONRA IV. HOMO ERECTUS

Ben, Mustafa Altıoklar, güzel ülkemin üzerinde son yıllarda dolaşan kara bulutları gördükçe, olup bitenlere seyirci kalmayacağımı, üç maymundan biri değil, dördüncü maymun olmayı seçtiğimi bu deklarasyonla açıklıyorum, çünkü kendime ve geçmişime saygım var.        
                                        
Üç maymundan hangisi daha yaratıcıdır?  Hiçbiri….
          İşte ben bu yüzden üç maymundan biri olmayacağım..
          Çünkü ben, ellerini, kollarını yay gibi germiş, gözleri fal taşı gibi rasatta, kepçeleşmiş kulakları her sesi duymaya ayarlı, ağzı ardına kadar avaza açık, aklı hür,  ve ayakta... Evet, ayakta ve hür bir 4.maymun olmak zorundayım...

                                      
Evet, ayakta ve hür bir 4.maymun olmak zorundayım...  Çünkü benim yaşamım ve yaratıcılığım ancak buradan başlar...

Militarist güç kullanılarak yapılan her türlü iktidar darbesine karşı olduğumu açıkça belirttiğim gibi, siyasi erk vasıtasıyla cumhuriyetimizin demokratik yapısını değiştirmeye yönelik her türlü siyasi girişimin de karşısında olduğumu, karşısında duracağımı da altını çizerek ifade etmek isterim.

Bir buçuk yıldır Türkiye, Anayasa Mahkemesinin, ülkenin laik yapısına bir tehdit olarak gördüğü iktidar partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından yönetilen aydın tutuklamalarıyla çalkalanıyor. Hal böyleyken,  Türkiye tarihini ve gerçeğini doğru okuyamayan batılı entelektüellerle, batılılar ne derse doğrunun o olduğunu sanan yerli batıcı entelektüeller, el birliğiyle siyasi islamın hizmetine girerek sadece Türkiye’yi değil, dünyayı ateşe sürüklemekteler.

Şüphelerim var artık!

*                                            *                                            *

Batılı demokratlar! Biz demokrasiyi sizden öğrendik!…

Fikir özgürlüğünü mesela…

Voltaire’in; “fikirlerine katılmıyor olabilirim ama fikirlerini özgürce söyleme hakkın için canımı veririm!” özdeyişine aşkla, sıkı sıkıya sarıldık. Fikir özgürlüğünün olmadığı yerde demokrasinin yeşermeyeceğini sizden öğrendik…

Oysa şimdi şaşkınız…

Çünkü AKP’yi demokratik bir seçimle %47 oy alarak toplumun önemli bir kesiminin meşru temsilcisi olduğunu sanmaktasınız. Ancak AKP, seçmenden oy isterken; “fikir hürriyetini kaldıracağız, laisizmi, demokrasiyi, Türk Devrimleri’ni savunanları tutuklayacağız; çünkü biz bütün kötülüklerin laik sistemden doğduğunu görüyoruz. Bu nedenle laisizmi yıkarak yerine İslami şeriatı getireceğiz. Bunu bilin, buna göre bize oy verin!” dedi mi ki, %47’lerini meşru sanmaktasınız?

Bu halkı aldatarak oy istemek değil midir? Batı demokrasilerinde halkı aldatmak meşru mudur?

Şimdi biz çok şaşkınız…

Çünkü verdiğiniz destekten güç alan AKP Hükümeti, sadece ve sadece fikirleriyle laisizmi, demokrasiyi ve cumhuriyet ilkelerini savunan laik Türk aydınlarını, ancak şeriat rejimlerinde görülebilecek bir biçimde, Humeyni’nin “laik aydın avları”na benzer biçimde evlerine baskın düzenleyip, kelepçeleyerek; kanıtsız, tanımsız tutukladı. Ortada ne bir somut delil var, ne de bir iddianame…

          Sivilleri tutukladı…
          Yazarları tutukladı…
          Öğretim üyelerini tutukladı...
          Gazetecileri tutukladı…
          Darbeci olmakla suçladı…

Darbeye ve darbecilere elbette karşıyız. Fikir özgürlüğünü savunurken bir yanımız, darbeci olamaz ki diğer yanımız… Ancak AKP siyasetine karşı olmayı darbecilik sanmanızı sağlayan batılı ve batıcıların illüzyonundan silkinin artık lütfen…

Şimdi biz, gözünüz kapalı savunduğunuz AKP, fikir özgürlüğümüzü ve demokrasimizi sizin fütursuz desteğinizle biçerken, kahredici suskunluğunuz nedeniyle şaşkınız…

Peki… Ya sadece kendine demokrat batılı egemenlerin “Avrupa Birliğine sizi almayız” tehdit ve baskıları ve AKP’nin konuşan, düşünen aydınlarımızı teker teker kelepçeleyerek, toplumda korku imparatorluğunu inşa etmeleri sayesinde, iyice palazlanan AKP  sizden aldığı gücü kullanarak demokrasilerin olmazsa olmazı, fikir hürriyetini, baskı, zulüm ve kanla bastırarak Türkiye’yi ortaçağın oligarşisine geri çekerse, batının gerçek evrensel demokrat, masum ve iyi kalpli entelektüelleri olarak sizler bu günaha ortak mı olacaksınız?

Şimdi siz bu günaha ortak mı olacaksınız...

*                                    *                                            *

Batılı demokratlar! Biz demokrasiyi sizden aldık!

Kadın erkek eşitliğini mesela… Kadınların türban, çarşaf altında dünyadan koparılmaması gerektiği fikrini aldık sizden.

Oysa şimdi şaşkınız…

Çünkü bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi tarafından hakkında demokrasiyi yıkma girişimlerinde bulunduğu için kapatılma davası açılan AKP’ye destek vererek, bizi hayal kırıklığına uğrattınız. AKP’yi demokratik bir seçimle %47 oy alarak toplumun önemli bir kesiminin meşru temsilcisi olduğunu sanmaktasınız. Ancak kapatılmasına Avrupa Birliği olarak top yekûn karşı çıktığınız AKP, seçmenden oy isterken; “ erkek kadın eşitliğini kaldıracağız, çünkü biz bütün kötülüklerin başını kadınların erkekleri baştan çıkartmalarında görüyoruz. Bu nedenle kadınları şeriata uygun olarak kapatacağız, bunu bilin, buna göre bize oy verin” dediler mi ki, %47’lerini meşru sanmaktasınız?  ”üniversitelere gidecek olan inançlı kızlarımız başlarını örtebilme özgürlüğüne sahip olmalı" derken, "yakında lise ve sonra ilköğretimde okuyan kızlarımızın da başını kapatacağız. Bunu bilin, buna göre bize oy verin!” dediler mi ki, %47’lerini meşru sanmaktasınız?

Bu halkı aldatarak oy istemek değil midir? Batı demokrasilerinde halkı aldatmak meşru mudur?

Şimdi biz çok şaşkınız…

Çünkü biz, İsviçre’den 41 yıl, İtalya ve Fransa’dan 16 yıl önce Türkiye’li kadınlara seçme ve seçilme hakkını Cumhuriyet Devrimleri sayesinde verdik. Kadınları örtünmeye zorlayan düzenlemeleri ise kıyafet devrimi sayesinde 1925 yılında kaldırarak kadın erkek eşitliğine giden yolda önemli bir çığır açtık. Erkek egemenliği ile kadınların köleleştirilmesinin, doğurma makinesi, cinsel meta ve aynı zamanda ahlaksızlığın odağı olarak görülmelerinin demokrasi, eşitlik ve insan hakları ilkelerine aykırı ve kabul edilemez olduğu fikriyatını aldık sizden…

Oysa siz, kadınları yeniden çarşafa ve evlerine hapsedeceğini yüksek sesle söyleyerek bu konudaki anayasal düzenlemeleri değiştirmeye kalkan bir partiye karşı bağımsız Türk yargısı kapatma davası açtığı için bizi Avrupa Birliği’ne almamakla tehdit ediyorsunuz.

Şimdi biz gözünüz kapalı savunduğunuz AKP, kadın-erkek eşitliğini ve demokrasimizi sizin fütursuz desteğinizle biçerken, kahredici suskunluğunuz nedeniyle şaşkınız…
Peki… Ya sadece kendine demokrat batılı egemenlerin “Avrupa Birliğine sizi almayız” tehdit ve baskıları ve AKP’nin konuşan, düşünen aydınlarımızı teker teker kelepçeleyerek, toplumda korku imparatorluğunu inşa etmeleri sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız olması gereken Anayasa Mahkemesi etkilenir de, davayı daha görüşülmeden ortadan kaldırır ya da kapatmama kararına varacak olursa ve böylece iyice palazlanan AKP sizden gördüğü destek üzerine, Türk kadınlarını ortaçağın eşitsizliğine geri çekerse, batının gerçek evrensel demokrat, masum ve iyi kalpli entelektüelleri olarak sizler bu günaha ortak mı olacaksınız?

Şimdi siz bu günaha ortak mı olacaksınız?

*                                     *                                            *

Batılı demokratlar! Biz demokrasiyi sizden aldık!

İnanç özgürlüğüne saygıyı mesela… İnanç özgürlüğü olmadan demokrasi olamayacağını…

Oysa şimdi şaşkınız…

Çünkü Türk Milleti adına karar verme yetkisiyle donatılmış olan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin hakkında demokrasiyi yıkma girişimlerinde bulunduğu için kapatma davası açtığı AKP’ye gözleriniz kapalı destek vererek, bizi hayal kırıklığına uğrattınız.

AKP’yi demokratik bir seçimle %47 oy alarak toplumun önemli bir kesiminin meşru temsilcisi olduğunu sanmaktasınız. Ancak kapatılmasına Avrupa Birliği olarak topyekûn karşı çıktığınız AKP, seçmenden oy isterken; “inanç özgürlüğümüz yok. Camilerimiz yok. Dilediğimiz gibi camilere gidemiyoruz.  Bunun bilin, buna göre bize oy verin” diyerek  aldığı  %47 oyu meşru sanmaktasınız?

Çünkü yalandır söyledikleri... Türkiye'de sağlık ocakları dâhil 7 bin 500 hastane varken, 76 bin camii mevcuttur, kadrolu 21 bin doktor varken, kadrolu 66 bin imam çalışmaktadır.  Başka bir ifadeyle, Türkiye'de hastanelerde 189 bin yatak kapasitesi bulunurken, aynı anda 26 milyon kişi camilerde namaz kılabilmektedir. 365 gün, günde 5 vakit…

Buna karşılık Alevilerin cem evleri, ibadethaneden sayılmamaktadır. Aslında Türkiye'de Sünni inanç dışındaki inançlara özgürlük yoktur.

Diyanet işlerinden elde edilen rakamlara göre, gelecek planlarında da cami yatırımları hastane yatırımını geçmektedir. AB ülkelerinde ise ibadet yerleri ile hastaneler arasında denge Türkiye'dekinin tam tersi durumdadır. Almanya'da sağlık ocakları da dâhil 70 bin civarında hastane bulunurken, kilise sayısı ise sadece 8 bindir. Fransa'da ise sağlık merkezleri ve hastanelerin sayısı 60 bin iken kilise sayısı 9 bin adettir.

Şimdi biz, gözünüz kapalı savunduğunuz AKP, inanç özgürlüklerimizi ve demokrasimizi, yalanlarıyla, sizin fütursuz desteğinizi orak gibi kullanarak biçerken, kahredici suskunluğunuz nedeniyle şaşkınız…

Peki… Ya sadece kendine demokrat batılı egemenlerin “Avrupa Birliğine sizi almayız” tehdit ve baskıları ve AKP’nin konuşan, düşünen aydınlarımızı teker teker kelepçeleyerek, toplumda korku imparatorluğunu inşa etmeleri sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız olması gereken Anayasa Mahkemesi etkilenir de, davayı daha görüşülmeden ortadan kaldırır ya da kapatmama kararına varacak olursa ve böylece iyice palazlanan AKP sizden gördüğü destek üzerine, bu ülkede yaşayan, Yahudi, Hıristiyan, ateist, alevi, Bektaşi, Mevlevi ve diğer dinlere ve inanışlara eşitlik getiren laik sistemimizi kaldırıp, inanç özgürlüğünü sadece Sünni mezhebine tanıyarak bizi ortaçağın kanlı karanlığına geri çekerse, batının gerçek evrensel demokrat, masum ve iyi kalpli entelektüelleri olarak sizler bu günaha ortak mı olacaksınız?

Şimdi siz bu günaha ortak mı olacaksınız?

                                       *                                            *                                            *

Batılı demokratlar! Biz demokrasiyi sizden aldık!

Laisizimi mesela… Laisizm olmadan demokrasi olamayacağı ilkenizi yani…

Oysa şimdi şaşkınız…

Çünkü Türk Milleti adına karar verme yetkisiyle donatılmış bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin hakkında demokrasiyi yıkma girişimlerinde bulunduğu için kapatma davası açtığı AKP’ye gözleriniz kapalı destek vererek bizi hayal kırıklığına uğrattınız. AKP’yi demokratik bir seçimle %47 oy alarak toplumun önemli bir kesiminin meşru temsilcisi olduğunu sanmaktasınız. Ancak kapatılmasına Avrupa Birliği olarak top yekûn karşı çıktığınız AKP, seçmenden oy isterken; “laik sistemi kaldıracağız, çünkü biz Kuran hükümlerinin üzerinde başka bir hüküm tanımıyoruz. Bu nedenle, laisizmi anayasanın değişmez ilkesi olmaktan çıkartacak ve şeriata uygun bir tanımlamayla yeniden yorumlayacağız. Bunun bilin, buna göre bize oy verin" dediler mi ki, aldıkları  %47 oyu meşru sanmaktasınız?

Bu halkı aldatarak oy istemek değil midir? Batı demokrasilerinde halkı aldatmak meşru mudur?

Şimdi biz çok şaşkınız…

Çünkü biz laisizmi demokrasinin olmazsa olmazı saydığımız için meclis çoğunluğunu ele geçiren siyasi erklerin dahi değiştirmesine izin vermeyecek anayasal düzenlemelerle gözümüz gibi koruduk bunca yıl. Çünkü bunu sizden öğrendik…

Oysa siz laik yapımızı değiştirecek anayasal düzenlemelere giriştiği, şeriat düzenine doğru ülkeyi tehlikeli bir biçimde sürüklediği, yargının ve toplumun uyarılarına kulak asmadığı için hakkında kapatma davası açılan bir siyasi partinin kapatılmasını durdurmak üzere bizi Avrupa Birliği’ne almamakla tehdit ediyorsunuz. Luc Van Den Brande’nin raporuna uyarak Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi vasıtasıyla; “Bir dini parti ülkeyi yönetirken anayasaya aykırı kararlar alırsa o kararlar aleyhine dava açılması mümkündür ama o kararı çıkarttığı gerekçesiyle siyasi parti aleyhine dava açılamaz” diyorsunuz.

Yani diyorsunuz ki, iktidardaki anti laik parti, her gün başka bir anti laik eylemde bulunsun, siz laikler de işi gücü, serbest düşünceyi, yaratıcılığı, ülkenizi ve dünyayı güzelleştirecek enerjinizi onları takip etmeye harcayın, onlar anayasaya aykırı kararlar alsın, siz de onlara dava açıp durun, işiniz ne? Böyle mi diyeceksiniz bize?

Bu bize zaman kaybettirir kardeşlerim…  Bu bize de, size de hayat kaybettirir…

Şimdi biz, bu nedenle, gözünüz kapalı savunduğunuz AKP, laik demokrasimizi sizin fütursuz desteğinizle biçerken, kahredici suskunluğunuz nedeniyle şaşkınız…

Peki… Ya sadece kendine demokrat batılı egemenlerin “Avrupa Birliğine sizi almayız” tehdit ve baskıları ve AKP’nin konuşan, düşünen aydınlarımızı teker teker kelepçeleyerek, toplumda korku imparatorluğunu inşa etmeleri sayesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsız olması gereken Anayasa Mahkemesi etkilenir de, davayı daha görüşülmeden ortadan kaldırır ya da kapatmama kararına varacak olursa ve böylece iyice palazlanan AKP sizden gördüğü destek üzerine, devletin işlerliğini dini inançların üstüne çıkartan laisizmi kaldırıp, Türk devlet anlayışını, İslama dayalı hukuka, yani şeriata bağlayarak, özgür birey yerine yeniden ümmet zihniyetini, yani köleliği meşru kılarak,  ortaçağın karanlığına geri çekerse, batının gerçek evrensel demokrat, masum ve iyi kalpli entelektüelleri olarak sizler bu günaha ortak mı olacaksınız?

Siz şimdi bu günaha ortak mı olacaksınız?

                                       *                                            *                                            *

Batılı demokratlar! Biz demokrasiyi sizden aldık!

Siyasi parti yasalarını mesela... Siyasi partiler olmadan, demokrasi olamayacağını yani. 
Demokratik toplumlarda "şiddetin propagandasını yapmadıkça" siyasi partilerin kapatılmayacağı ilkesini de...  

Oysa şimdi şaşkınız…

“şiddet” kelimesini, konu AKP olunca algılayış biçiminize şaşkınız… AKP’nin uyguladığı şiddeti, şiddetten saymadığınız için şaşkınız.

Şu anda demokrat, laik, özgürlükçü Türkiye vatandaşlarının her gün manevi olarak, gelebilecek bir İslami şiddetin korkusu ile yaşamakta olduğunun farkında olmadığınız için, bu durumu görmek istemediğiniz için şaşkınız?

Yazdığımız senaryolar, çektiğimiz filmlerle ilgili olarak, "ya yaptırmazlarsa, ya kızarlarsa, ya satamazsam" korkusunu yaşamayan yaratıcı var mı sanıyorsunuz şu anda Türkiye’de? 

Emosyonel şiddeti, fiziki şiddetten daha mı az yaralayıcı bulmaktasınız?  Devlet subvansiyonu olmadan film çekmenin zaten çok güç olduğu bu ülkede hangimizin projelerimizi "serbest düşünme" hakkımızı kullanarak yapabildiğimizi sanıyorsunuz?.. Size söyleyeyim, hiç birimiz...

Peki, iktidarı kızdırmamak üzere kişiliğimizden verdiğimiz ödünler açmıyor mu kapanmayan yaraları ince ince ruhlarımızda? Otosansür uyguladıkça,  bizim, biz olarak kalabildiğimizi mi sanıyorsunuz siz?

İllaki dayak yememiz mi gerekiyor kulaklarınızı açmanız için?

İlla ki bacağımızdan bıçaklanmamız mı gerekiyor gözlerinizi örten ellerinizi açmamız için?

İlla ki ölmemiz mi gerekiyor, ağzınızı kapatan ellerinizi çekip de ses çıkartmanız için?

Şimdi bütün bunlardan sonra,  "fiziki şiddetin propagandasını yapmadıkça hiçbir siyasi partinin kapatılmasına karşı duruşunuzu" yeniden gözden geçirmeye davet ediyorum sizi. 

Yoksa batı demokrasisinin kanunları manevi şiddeti suç saymıyor mu? Yoksa, suçu işleyen “uysal İslami parti” olunca mı suç sayılmıyor?

Ben, Mustafa Altıoklar, güzel ülkemin üzerinde son günlerde  dolaşan kara bulutları gördükçe, üç maymundan biri değil, dördüncü maymun olmayı seçtiğimi bu deklarasyonla  açıklıyorum. Çünkü üç maymundan biri olmanın ruhumda yaratacağı duygusal ağrı kalıcı olacaktır...

Tokat, bıçak yarası geçer, ruh yaraları ise kapanmaz kardeşlerim...
       
Mustafa Altıoklar
Film Yönetmenleri Derneği Başkanı


















19 Mart 2014 Çarşamba

TAPELERDEKİ SES MONTAJI İDDİALARINA BİLİMSEL CEVAP

Kayda alınmış konuşma seslerinde montaj olup olmadığı bilimsel olarak aşağıdaki parametrelere bakılarak değerlendirilebilir.

1) DİP SES
2) SES TONU
3) SES VURGUSU
4) SES REZONANSI
5) SES EKOSU
6) SES ŞİDDETİ
7) SES BİNMESİ
8) PSİKOLOJİK DURUM 
9) KONUŞMA HIZI 

Aynı kişi, farklı zamanlarda, farklı amaç ve/veya mana adına aynı kelimeleri kullanmış olsa bile yukarıda sayılan parametrelere bağlı olarak kelimenin ve sesin karakteri değişir. Bu değişiklikler dinlediğimiz tapelerde montaj olup olmadığı kesin yargısına varmamızı sağlayacak netliktedir. Bu parametreleri kısa kısa ve tek tek inceleyelim.

1. DiP SES:  Her ortamın ayrı ve kendine özel bir dip sesi vardır. Bu yazıyı okurken içinde bulunduğunuz ortamda gözlerinizi kapatıp çevre seslerine konsantre olun. Örneğin hastanede çalışıyorsanız dip sesler farklı, okuldaysanız farklı, kütüphanede farklı, bankada farklı, Şişli'deki evde farklı, Üsküdar'daki evde farklı, galata köprüsünde farklı, fatih köprüsünde farklıdır.Üstelik bu ortamların farklı zamanlarda bile farklı dip sesleri vardır. Sabah farklıdır mesela galata köprüsü sesi, gece farklıdır. Ofis ortamınız da, hastane de öyle. Yazın da farklıdır, kışın da. Sadece dışarıdaki cırcır böceği, ya da kar fırtınası farklılaştırmaz dip sesi üstelik. ortamda bulunanların giysilerinin kumaş hışırtısı bile, ses emici özellikleri bile farklılaştırır ortam sesini. Bunlar gibi çoğaltılacak on binlerce permutasyon açıkça ortaya koymaktadır ki;  dip ses devamlılığı, bir tapenin montaj olup olmadığının en önemli göstergelerindendir. Üstten konuşan sesleri montajlasanız bile ortam sesi montajlanamaz. Ortam seslerini. kesemezsiniz, silemezsiniz, ses sıçrar, ses kırılır. Seloteybi sayfayı yaralamadan sökemediğiniz gibi, dip sesi, üstteki konuşma sesinden ayıramazsınız, sıyıramazsınız. Böyle bir teknoloji bu güneş sisteminde mevcut değildir. Son günlerdeki örneklere dönecek olursak, karşılıklı konuşan kişilerin içinde bulundukları ortam her ne ise, dip seslerde sıçrama yoktur, kesinti yoktur. Dip sesler açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR.

2. SES TONU: Aynı ortam içinde; aynı cümleyi aynaya dönük söylesen farklı, duvara dönük söylesen farklı, perdeye dönük söylesen farklı ses çıkar. Ayna, cam, mermer, metal gibi dokular sesi hiç emmeden aynen yansıtır. Duvar, ahşap, toprak gibi dokular sesi kısmen emer, kısmen yansıtır ve farklı yansıma olur. Perde, kumaş, koltuk varsa ağzınızın yakınında, önünde, ses çoğunlukla emilir, yansınmasıyla boğuk bir ses verir, yani farklıdır. Örneğin diyelim başbakansınız ve ekonomi bakanınızla yaptığınız bir konuşmada "bunlar milletin paraları. yetim hakkı yedirmem" cümlesi geçti ve cümlenizi içinde bulunduğunuz VIP aracınızın camından dışarı bakarak söylediniz. Başka bir konuşmanızda ise diyelim ki; "enflasyonu sıfırla. bu bizim görevimizdir" dediniz. Bu konuşmayı da diyelim ki aynı protokol yolunda, aynı VIP aracın içinde, hemen hemen aynı standart ısı, basınç, nem ortamında yaptınız. Ve fakat bu kez önünüzdeki koltuğa doğru konuştunuz. Diyelim ki bu iki konuşma dinlendi ve kötü niyetli birisi çıktı, bu iki cümleyi montajlayarak "paraları sıfırla" cümlesini oluşturdu. "paraları" kelimesiyle "sıfırla" kelimesinin ses emilim ve yansımaları cam ve koltukta değiştiği için arada ton farkı oluşur ve ortalama bir insan kulağı bile bunu ayırt eder. Evde deneyebilirsiniz. Özetle bir cümleyi bir konuşmadan, birini diğerinden alsanız ve montajlasanız, aradaki ses tonu devamlılığındaki sıçrama ve kırılmalar sizi ele verir. Ses tonları açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR

3. SES VURGUSU: Kültürel ve sosyal alışkanlıklara bağlı olarak cümle kuruluş yapısından, sözcük vurgulamaya kadar ses vurgusu kişiden kişiye değişir. Bununla birlikte aynı kişi bile kurduğu bir cümlenin içinde aynı kelimeyi iki kere kullansa, kelimenin yerine göre vurguyu farklı kullanır. Kelime cümlenin sonundaysa, ses kapanır. Aynı kelime cümlenin sonundaysa ama cümle soru cümlesiyse, aynı kelime bu kez ses yukarı yönlenerek açık olarak sonlanır ki, karşımızdaki cümle sonunda görünmeyen soru işaretini anlasın. Hal böyle olunca, farklı zamanlarda, farklı vurgularla kullanılmış kelimeciklerin  cımbızlanmasıyla kelimeleri arka arkaya dizerek pürüzsüz bir cümle kuramayacağınız açıktır.
Ses vurgusu açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR

4. SES REZONANSI: Rezonans, birbiriyle ilişkili küçük kuvvet ve etkilerin toplanması sonucunda daha da büyük etkiler yaratmaktır. Örneğin gitar, keman, ud gibi çalgıların gövdelerindeki deliğin altındaki boşluk, tellerden çıkan sesin yüksek çıkmasına neden olur. İnsanda sesin rezonansında ise gırtlak, ağız, burun boşlukları kişiden kişiye değişerek sese karakteristik özellik kazandırır. Bir kişinin farklı zamanlarda yapılan ses kayıtlarında aynı rezonansı verebilmesi için asla, nezle olmaması, farenjit, larenjit gibi toplumda oldukça sık görülen üst solunum yolları enfeksiyonlarına hiç yakalanmaması gibi bir insan üstü durum gerekmektedir. Dişler sağlam, diş etleri sağlam, sinüsler ömür boyu açık olmalıdır. Yukarıda anılan değişkenlere, rezonansı etkileyecek değişiklikleri de ekleyecek olursanız, farklı zamanlarda cımbızlanmış kelimeleri arka arkaya dizerek pürüzsüz bir cümle kuramayacağınız açıktır. 
Rezonans açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR.

5. SES EKOSU: Sesimiz yatak, yorgan, kalın perde, halı olan yatak odasında farklı, asansörde farklı, hamamda farklı eko yapar. Ses çevre dokulara çarpınca ya emilir, ya yansıtılır. İçinde bulunduğumuz ortama bağlı olarak yankılanması telefonda dahi olsa karşı taraftan kolayca anlaşılır. Çoğunuz tuvaletten telefonla konuşurken karşımızdakinden "nerdesin sen?" sorusunu duymuşuzdur. Bu soru aslında nerede olduğumuz anlaşılmasına rağmen karşımızdakinin kibarlığından dolayı "nerdesin?" diye sorulmuştur. Tuvalet örneğinden devamla bir bildiğiniz örneği de geliştirmek isterim. "Sifonu mu çektin sen?" sorusuyla da karşılaşmışızdır neredeyse hepimiz. Buradaki örneği eko için değil, dip ses için verdiğimi anlamışsınızdır. Maddemizin aslına dönersek, yüksek tavanlı bir odanın ekosu farklıdır, araba içinin farklı. İçinde bulunduğumuz ortamdaki eko  değişikliklerini de hesaplarsanız; farklı zamanlardan cımbızlanmış kelimeleri arka arkaya dizerek pürüzsüz bir cümle kuramayacağınız da açıktır. 
Ses ekosu açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR.

6. SES ŞİDDETİ: İçinde bulunduğumuz ortamdaki diğer seslerin sesimizi boğmaması için, şiddetimizi artırırız. Şiddetin artması, sesin enerjisini artırdığı gibi rengini de değiştirir. Vurgularımızı, cümle sonlandırmalarımızı değiştirir. Örneğin şu anda oturduğunuz yerden: "oğlum sana ne diyorum, sen ne anlıyorsun?" diye bir cümle kurun, alçak sesle... Şimdi de aynı cümleyi biraz daha yüksek sesle kurun... ve şimdi de aynı cümleyi daha da yüksek sesle kurun ve kendi sesinizi dinleyin her seferinde. Ve şimdi buyurun bu üç cümledeki aynı kelimeleri birbirine karıştırarak yeniden yapılandırın. Araya başka bir sözcük almamanıza, vücut pozisyonunuzu değiştirmemenize, yüzünüzün yönünü çevirmemenize, ısı, nem değişiklikleri olmamasına, aynı solunum sistemi sağlık durumunuza, aynı psikolojik yapınıza rağmen  cımbızlanmış kelimeleri arka arkaya dizerek pürüzsüz bir cümle kuramadığınızı görürsünüz. 
Ses şiddeti açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR.

7. SES BİNMESİ: Biz filmciler, çekim sırasında oyuncuların birinin cümlesini bitirmeden, diğerinin onun sesinin üstüne konuşmasını istemeyiz. Çünkü çekimler bitip sıra montaja geldiğinde bu çözümlenemeyen bir sorun olarak karşımıza çıkar. Örneğin kadın oyuncunun cümlesini; çekimin diyelim ki ikinci tekrarından almak istiyoruz ve karşısındaki erkek oyuncunun konuşmasını ise oyununu daha çok beğendiğimiz için dördüncü tekrardan kullanacağız. Ama ne var ki oyuncular her iki çekimde de seslerini üst üste bindirmiş olsun. Böyle bir durumda kadın oyuncunun görüntüsünü 2.tekrardan, erkek oyuncunun görüntüsünü ise 4.tekrardan alırsanız -ki böyle olsun istediğinizi var saydık, ses konusunda sorun yaşayacaksınız demektir. Çünkü üst üste binen sesler birbirlerinden ayrıştırılamaz, sayfayı yaralamadan seloteybi sökemediğiniz gibi. Özetle tapelerdeki seslerin üst üste binmelerine (over lap) bakarak dahi, farklı zamanlardaki konuşmalar olmadığını anlamak hiç de zor değildir. Baba-oğul, ya da Bakan-Gazeteci konuşmalarındaki over lap'lere bakarak net bir sonuca varılabilir. 
Ses binmesi açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR.

8. PSİKOLOJİK DURUM: Farklı psikolojik durumlarda, aynı sözcükler, aynı ortamlarda ve ortam koşullarında dahi farklı titreşimlerle çıkar ağızdan. Bir cümlenin başıyla sonundaki psikolojimiz değişiyorsa ve bununla birlikte başta da, sonda da aynı sözcük kullanılsa bile titreşim farkı oluşur. Bu daraltılmış örnekten yola çıkarak; ses özelliğinin yukarıda anlatılan iklim, ortam, pozisyon farklılıklarından doğacak değişimlerine, psikolojik durum değişikliğinin de eklenmesiyle, farklı zamanlarda kullanılan sözcüklerin bir araya getirilerek montajlanamayacağı aşikardır. Tansiyonumuz yüksekken sesimiz farklı, düşükken farklı, şekerimiz yükseldiğinde farklı, düştüğünde farklı, midemiz yanarken farklı, başımız ağrırken farklıdır. Bu sayılan fiziksel bozukluklar, bir önceki makalede anlatılan sesin oluşmasında direk etkili organ ve dokuları değil, psikolojimizi değiştirdiği için sesimizin karakterini değiştirir. Bu kadar değişken psikolojik yapılarımıza, ortam değişikliklerini de eklerseniz; farklı zamanlardan cımbızlanmış kelimeleri arka arkaya dizerek pürüzsüz bir cümle kuramayacağınız açıktır. Psikolojik devamlılık açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR.

9. KONUŞMA HIZI: Vaktimizin azlığına ya da çokluğuna; telaşımıza ya da sakinliğimize ve elbette fiziksel ve psikolojik durumumuza bağlı olarak konuşma hızımız değişir. Bu değişkenler bir yana, herkesin kendine özgü bir konuşma hızı alışkanlığı vardır. Bu hız bazen arka arkaya gelen kelimelerin biri bitmeden diğerine sesi bağlayacak kadar hızlı olabilir. Bu yapışık kelimelerin arasına girerek birbirinden ayırmak ve farklı zamanlarda, farklı ortamlarda kurulmuş cümlelerin arasına yerleştirmek imkansızdır. Örneğin ben; "Mustafa Altıoklar" derken genellikle ortadaki a'ları yuvarlar ve "Mustafaaltıoklar" şeklinde iki kelimeyi bağlarım ve hemen hemen 100 kişiden 99'u; "Mustafa?" diye sorarak devamını anlamadığını ifade eder. Mevcut güneş sistemimizde hiçbir teknoloji benim "mustafaaltıoklar" olarak kurduğum yapının arasına girip iki kelimeyi ayırarak "Mustafa" ve "Altıoklar" olarak ayrı ayrı cümlelerin içine yerleştiremez. Ya birincinin sonundaki "a"dan, ya da ikincinin başındaki "a"dan vazgeçmek zorundadır. Yani ya; "Mustafa" ve "ltıoklar" gibi ayırabilir, ya da; "mustaf" ve "altıoklar" olarak ayırabilir. Kaldı ki, bu ayrımda bile sonda ya da başta bir ses "hık"laması olur. 
Konuşma hızı açısından 17 Aralık süreci tapelerinde MONTAJ YOKTUR

SONUÇ: 17 Aralık süreci tapelerinde DUBLAJ ya da MONTAJ YOKTUR.

Mustafa Altıoklar

Doktor-Film Yönetmeni- Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi

18 Mart 2014 Salı

INSAN SESI PARMAK IZIDIR

Akustik ya da Ses Bilimi, sesi inceleyen bir bilim dalıdır. Konuşma akustiği ise; konuşma iletişimi için gereken ses dalgalarının insanlar tarafından üretimi, iletimi ve algısını inceler.
İnsanlar ses çıkartmak istediklerinde akciğerlerden gelen hava soluk borusuna dolar ve buradan dışarı çıkar. Soluk borusunun üst bölümünde gırtlak yer alır.  Gırtlakta ses telleri bulunur. Sert lifleri andıran ses telleri tıpkı bir kemanın telleri gibi iş görür. Akciğerlerden gelen havayla titreşir ve insan sesinin çıkmasını sağlarlar.  İnsanlar gırtlak kasları, ağız, dudak ve dişlerinin yardımıyla bu sesleri sözcüklere dönüştürürler. Şimdi bu sesleri nasıl çıkarttığımızı anlamak için aşağıdaki linki tıklayarak izleyin lütfen. Makalenin devamını videodan sonra okumanızı öneririm. Çünkü bu bilgi doğrultusunda, insan seslerinin neden parmak izi kadar karakteristik ve "eşsiz" olduğunu anlatacağım.
http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=-XGds2GAvGQ
Yukarıdaki linkte 4 farklı insanın burun deliklerinden giren kameranın ses tellerine doğru uzandığını ve ses tellerinin hareketlerini gördünüz. Ses tellerimiz var diye, sesimizin sadece o tellerden çıktığını sanmayın. Sesimizi oluşturacak olan havanın akciğerlerimizden hareketlenerek ağzımızdan çıkana kadar geçtiği yapıları sıralayalım:
1. Diafram kası
2. Göğüs kafesi
3. Akciğerler
4. Trakea (soluk borusu)
5. Ses telleri
6. Larynx (gırtlak)
7. Pharynx (geniz)
8. Küçük dil
7. Ağız boşluğu
9. Damak
10.Dil
11. Dişler
12. Burun boşlukları
13.Sinüsler
14. Dudaklar
İnsanın ses karakteri yukarıda sayılan yapılardaki küçücük, milimetrik farklılıklarla, büyük karakteristik farklılıklara dönüşür. Yani kısaca dünyada %100 aynı sese sahip iki insan yoktur. Parmak izi kadar keskin bir kişisel özellik taşır insan sesi ve "SESİM TAKLİT EDİLDİ" iddiası "tek yumurta ikizleri" için bile GEÇERLİ DEĞİLDİR.
Yukarıdaki fiziksel özelliklere kültürel özellikleri de katarsanız -ki onlara da bir kaç örnek verelim; şive, sözcük tonlama ezberi, harflere basma,  yutma, uzatma ya da kısaltma gibi alışkanlıklar; insan sesinin taklidini imkansız kılar.
SONUÇ: Tapelerde "şu olduğu iddia edilen kişi" sözcüğü sosyal ve vicdani olarak geçersizdir. Hukuki bir terimden öteye geçemez. Örneğin Bilal olduğu iddia edilen kişinin sesi Bilal'dir. Doğruluğunu ya da asılsızlığını tarafsız stüdyolar anında tespit edebilir. O nedenle "O SES BANA AİT DEĞİL" iddialarını geçelim bir kere bir kalemde. O sesler, iddia edilen isimlere aittir. Zaten hepsi de işin başında bu yönde kıvırmalara kalktılarsa da sonunda seslerin kendilerine ait olduğunu kabul etmek zorunda kaldılar. Etmeyenler için ise bu makale yardımcı olur sanırım :)
meraklısına not (attila ilhan ustadan mülhem): aşağıdaki linkte sesin çıkması ve karakterinin oluşması hakkında bilgi verecek bir video daha bulacaksınız.
http://www.youtube.com/watch?v=wYeauSxXSBA