1. Devlet ceberut bir efendi değil, alçak gönüllü bir hizmetkar olmalıdır.
2. Özgürlük kayıtsız ve şartsız olmalıdır. Tüm vatandaşlar ulusal ya da toplumsal köken, ırk, renk, cins, dil, din, inanç, siyasi görüş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bütün hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanmalıdır. Ne ki; mevcut siyasi partiler bir yandan özgürlük sözcüğünü ağızlarından düşürmezken, diğer yandan kendi ikiyüzlü sahte özgürlük paketleriyle toplumun karşısına çıkmaktadır. İşte onlar; “kendine liberal”, “kendine demokrat”, ”kendine halkçı”, “kendine Müslüman”, “kendine yetmez ama evetçi”dir. Oysa evrensel çerçevede özgürlük paketi, herhangi bir parçanın kabulü ile değil; tüm parçaların kabulü ile işlerlik kazanır. Dilden, dinden, inançlardan, yaşam biçiminden, giyim tarzından, başörtüsünden, cinsel kimlikten, bedenden, bebekten, haber alma özgürlüğünden, üniversitelerden devletin elini, dilini ve yargısını çekmesi şarttır.
3. İfade özgürlüğü sınırsız olmalıdır. Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu özgürlük ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve düşünceleri her araçta arama, elde etme ve yayma hakkını içerir ve anayasal güvence altına alınmak zorundadır. Demokratik açık bir toplum için tüm vatandaşlar fikirlerini iç ve dış sansüre tabi tutmadan ifade edebilmelidir. Şiddet kullanarak fikirlerini kabul ettirmeye çalışmamış ancak sadece siyasi görüşlerinden, fikirlerinden dolayı suçlu bulunup cezalandırılmış herkes özgür bırakılmalı ve itibarları iade edilmelidir.
4. Basın özgürlüğü şarttır. Basın kuruluşlarıyla siyasiler ve yakınları arasındaki finansal bağlantılar yasaklanmalı, gizli ilişkiler şiddetle cezalandırılmalıdır.
5. Düşünce ve ifade özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne sadık kalınarak uygulanmalıdır.
6. Toplantı, gösteri, yürüyüş ve örgütlenme özgürlüğü anayasal haktır. Polisin demokrasinin sağladığı hak ve özgürlükleri kısıtlamaması, tam tersine kısıtlayana mani olması şarttır. Toplantı, gösteri ve yürüyüş sırasında provokasyon yapan ya da orantısız güç kullanan polis insanlık suçu işlemiş addedilmeli ve yargıya hesap vermelidir.
7. Özel yaşam kutsaldır. Hiç kimse, özel yaşamı, ailesi, konutu ya da yazışması konularında keyfi müdahaleye, saldırıya uğrayamaz. Herkesin, bu müdahale ve saldırılara karşı yasa ile korunmaya hakkı vardır. Haberleşme özgürlüğü, milli güvenlik maskesiyle baskı altına alınamaz. Herkes kendi mahrem hayatını özgürce yaşama hakkına sahiptir. Suçluları tespit etmek için telefon dinlemek, her sistemde yapılabilecek bir polisiye tedbirdir. Ancak telefon dinlemelerini siyasi erk kazanmada bir silah olarak kullanmak, bunun üzerinden kişileri özel hayatları ile tehdit etmek; işkence yapmak ile eşit oranda insanlık suçu sayılmalıdır.
8. Din ve vicdan özgürlüğü haktır. Bu hak din ya da inanç değiştirme; dinini ya da inancını tek başına ya da topluca, açık ya da özel olarak öğretim, uygulama, tapınma ve anma bağlamında açığa vurma özgürlüğünü içerir. İnanç özgürlüğü tüm inanç sistemlerine ve inançsızlara karşı eşit özgürlük ilkesine uygun olmalıdır.
9. Dinde zorlama yoktur. Evrensel özgürlük anlayışında zorlama olamaz. Bir taraftan “Dinde zorlama yoktur” derken, diğer yandan dayatma kabul edilemez. Ana babalar, çocuklarına verilecek eğitim türü için öncelikli seçme hakkına sahiptir. İnanç özgürlüğü doğrultusunda zorunlu din dersleri derhal kaldırılmalıdır. Zorunlu din dersleri devletin resmi seçimiyle zorunlu Sünni İslam dersleri şeklinde uygulanmaktadır. Bunun yerine tüm dinler ve din karşıtlığı hakkında bilgi veren, tarafsız ve eleştirel felsefe dersleri olmalıdır.
10. Cem Evleri ibadethane olarak tescillenmelidir. Ruhban okulu açılmalıdır. Her türlü inanç sistemi, her türlü ibadet etme biçiminde özgür bırakılmalıdır. Diyanet İşleri derhal kaldırılmalı, inanç sistemleri mensuplarının bağışları yoluyla finanse edilmelidir. Hristiyan’ın, Yahudi’nin, ateistin, putperestin vergisiyle hac olmaz.
11. Devlet laik olmalıdır. Şarttır. Devlet tüm vatandaşlarının inanç ya da inançsızlık özgürlüğünün garantörü olmalı ve bunu sağlarken laiklik ilkesine sıkı sıkı sarılmalıdır.
12. Tüm vatandaşlar cins ayrımı gözetilmeksizin bütün hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanmalıdır. Kadınların özgürlük ve eşitliği sözde kalmamalıdır. Kaç çocuk doğuracağına, doğurup doğurmayacağına sadece kadın karar verebilir. Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, ırk, uyruk ya da din bakımından hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Söz konusu kişiler, evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit haklara sahiptirler. Evlenme ancak, evleneceklerin özgür ve tam rızası ile gerçekleştirilebilir.
13. Herkesin, doğrudan ya da özgürce seçilmiş kişiler aracılığıyla ülkesinin kamu yönetimine katılma hakkı vardır.
14. Herkes ülkenin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.
15. Cumhuriyet rejimlerinde halkın iradesi, hükümet erkinin temelidir. Bu irade, gizli ya da buna denk bir yöntemle yapılacak ve genel ve eşit oy verme yoluyla gerçekleşecek olan dönemsel ve dürüst seçimle belirir. Oysa Türkiye’de halkın iradesi barajlarla engellenmektedir. Seçim barajı derhal %0’a indirilmeli, her türlü düşüncenin mecliste yer edinmesini sağlayacak düzenlemelere gidilmelidir.
16. Dokunulmazlıklar kaldırılmalıdır. Bu ayrım, özgürlüğün eşit dağılım ilkesine aykırıdır.
17. Kimse bir başkasının özgürlüğüne, haklarına, konfor alanına, inançlarına ve değerlerine tecavüz edemez. “Başörtüme özgürlük” eyvallah iken, “alkol yasak” olmaz! “camiye özgürlük” eyvallah iken “cemevine yasak” olmaz! “Türkçe ’ye özgürlük” eyvallah iken “Kürtçe ’ye yasak” olmaz! “yandaş medyaya özgürlük” eyvallah iken “karşıt görüşe yasak” olmaz! Kısaca “adalet olmayan yerde özgürlük olmaz.”
18. İnsan yalnızca eşit ölçüde özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür. Bir tek insanın bile köleliği tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir. Herkesin özgürlüğü bu nedenle yalnızca herkesin eşitliği halinde gerçekleşebilir. Özgürlüğün eşitlikle gerçekleşmesi; adalettir. Eşitlik ruhun özgürlüğüdür. Yani eşitlik olmadan özgürlük olamaz.
19. Tüm vatandaşlar kanun önünde eşittir. Irk, renk, cinsiyet, dil, din, mezhep, felsefi inanç, siyasî düşünce ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin herkes kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz ve ayrım gözetilmeksizin yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma hakkını taşır.
20. Bütün insanlar özgür; onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar. Kardeşlik ötekileştirmemektir. Ötekileştirmek, kendi özüne ötekileşmektir. Temel mesele dindar/laik, Alevi/Sünni, Türk/Kürt, ulusalcı/liberal sağcı/solcu, gibi birbiriyle çelişen kavramların tarafı olmak değildir. Temel mesele ait olmadığımız tarafın varlığını inkâr edip, bizim gibi yapmaya, asimile etmeye çalışmak; olmuyorsa ötekileştirerek dışlamak, haklarını gasp etmekten kaynaklanmaktadır. Türkiye halkları, geçmişte yaşadığı ayrışmaları, bölünmeleri ve küslüğü unutmak, kimseyi ötekileştirmeden, tüm kesimlerin hoşgörü ve saygı çerçevesinde bir araya gelebileceği kardeşçe bir yaşam istemektedir. Türkler, Kürtler, Aleviler, Sünniler, dindarlar, ateistler, Kemalistler, liberaller, komünistler, sosyalistler, çevreciler, eşcinseller ve istisnasız herkesin empati kapasitesini arttıracak ve kardeşliği güçlendirecek sosyal projeler derhal hayata geçirilmeli ve desteklenmelidir.
21. Demokrasi sözde değil, insan onuruna en yakışan biçimde; özde olmalıdır. Tüm vatandaşların devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimi haline getirilmelidir.
22. Demokrasi; özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri çerçevesinde tanımlanmalıdır. Toplumsal dayanışmanın her alana yayılımını, gelirin adaletli dağılımını, eşitlikçi bir rekabet ve hakça paylaşımla, toplumun tamamının refah seviyesin ve yaşam kalitesinin yükseltmesini hedeflemelidir.
23. Demokrasi çoğulcu olmalıdır. Denetimden uzak demokratik sistemlerin, otokratikleşerek bireysel hakları ihlal eden "çoğunlukçu" sisteme dönüşme riski nedeniyle, ileri demokrasi, çoğulcu demokrasi olmalıdır. Çoğulcu demokrasi toplumdaki farklılığı ve çokluluğu kabul eder. Bu nedenle; (1) güçler ayrılığı ilkesinin kuvvetle korunması ve dengeli olması (2) merkezi otoritenin gücünün perifere yayılması ve böylece yerel yönetimlerin güçlenmesi (3) sivil toplum kuruluşlarının etkinlik ve özgürlük alanlarının artırılarak katılımcı demokrasinin gelişmesi şarttır.
24. Güçler ayrılığı ilkesi demokrasinin olmazsa olmazıdır. Özgürlükçü ve eşitlikçi demokrasilerde (1)Yasama (2)Yürütme (3)Yargı kurumlarının birbirlerinden bağımsız ve eşdeğer güçte olması ve yekdiğerini denetleyebilmesi, otokrasiyi yani, iktidarın tek elde toplanmasını engellemek adına hayati öneme sahiptir. İktidarın bu üç kurum arasında paylaşımı; demokratik yollarla iktidara gelen kişiler ya da partilerin kendi diktatörlüklerini kurma heves ve girişimlerinin dünyayı sürüklediği felaketlerden elde edilen tecrübeler üzerine geliştirilmiştir. Güçler ayrılığı ilkesi ile karşılıklı denetimin önemi, Adolf Hitler’in demokratik yolla iktidara gelmesinden sonra, yasama, yürütme ve yargıyı tekelinde toplayarak dünyayı yangın yerine çevirmesinden sonra anlaşılmıştır. Güçler ayrılığı ilkesinin işlemediği demokratik sistemlerde, yasamanın (meclisin), yürütmenin (hükümetin) kontrolü altına girme ve otokratikleşme tehlikesi her zaman mevcuttur. Bu nedenle güçler ayrılığı ilkesi korunmalıdır, şarttır.
25. Güçler ayrılığı ilkesinin yasama görevini ileri demokratik sistemde meclis üstlenir. Meclis; adil rekabet, adil seçim ve eşit oylama ilkeleriyle halkın temsilcilerini özgür seçimlerle belirleyerek oluşturduğu bir kurumdur ve milli iradeyi temsil etmelidir. Bu nedenle seçim barajı kaldırılmalıdır. Sıfırlanmalıdır. Milli irade demokratik parlamenter sistemden bahsediyorsak; meclise tam yansımalıdır.
26. Seçimler adil olmalıdır. Seçimler; retina taraması, parmak izi karşılaştırması vs gibi mükerrer ya da sahte oy kullanımını önleyecek ve %100 digital olan ve tüm katılımcı parti temsilcileri tarafından on-line denetlenebilecek bir sisteme kavuşturulmalıdır.
27. Eyalet ve Başkanlık sistemi referanduma sunulmalıdır. Yasama, nüfusu 80 milyona yaklaşan ve çok kültürlü ülkemizde artık merkezi meclisten değil, yerel meclisler üzerinden olmalıdır. Merkezi meclis sistemi yerine, eyalet sistemi (federatif sistem), eyalet meclisleri ve eyalet hükümetleri tartışılmalıdır. Bu sistem halkın egemenliğinin meclise daha fazla yansımasını sağlayacaktır.
28. Her eyaletin kendi seçtiği bir meclisi ve o meclisin içinden çıkan bir hükümeti olmalıdır.
29. Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tüm eyalet meclislerinin vekillerinden oluşan TBMM içinden seçilmelidir.
30. Siyasi partiler yasası demokratik ve katılımcı olmalıdır. Parti içi demokrasi şarttır.
a. Delegelerin de, milletvekillerinin de %50'si 40 yaş altında olmalıdır.
b. Delegelerin de, milletvekillerinin de %50'si kadın olmalıdır.
31. Yargı tam bağımsız olmalıdır. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurumu’na Adalet Bakanı ya da müsteşarı katılmamalı, üyeler Baro’lar tarafından seçilmelidir. Başbakan’ı temsilen Adalet Bakanı’nın Başkanlığını yaptığı HSYK’nun bağımsızlığından, dolayısıyla Güçler Ayrılığı ilkesinden söz edilemez.
32. Yargı adil ve açık olmalıdır. Herkes, kendisine yöneltilen herhangi bir suçlama karşısında, bağımsız ve tarafsız bir mahkemece tam bir eşitlikle, adil ve açık olarak yargılanma hakkına sahiptir. Oysa yargı, 12 Eylül referandumundan beri yürütme erkinin altında çalışmaya başlamıştır. Adalet Bakanı’nın HSYK’na Başkan olması ve Bakanlık Müsteşarı’nın onun yokluğunda başkanlığı üstlenmesi, yargı bağımsızlığının ortadan kalktığının ve yargının Başbakanın vesayeti altında kalmasının açık kanıtıdır.
33. Masumiyet karinesi işlerliğe kavuşturulmalıdır. Her sanık, savunması için gerekli bütün güvencenin sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile suçlu olduğu saptanmadıkça suçsuz sayılır.
34. Hiç kimse keyfi olarak gözaltına alınamaz, tutuklanamaz ve tarafsız uzman kuruluşlar tarafından sahteliği ispatlanmış uydurma delillerle yargılanamaz.
35. Hiç kimse işkenceye ya da acımasız, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ya da muameleye uğratılamaz. Oysa uzun tutukluluk süreleri yargısız infaz olarak kullanılmaktadır. Teknolojinin bu kadar gelişmiş olduğu bir çağda, özellikle düşünce kaynaklı suç zanlıları teknolojik takibe alınarak tutuksuz yargılanmalıdır.
36. İnsanlık suçları net olarak yasalarda belirtilmeli ve bu suçla yargılananlar için zaman aşımı kaldırılmalıdır.
37. Anayasa yasama, yürütme ve yargıyı da denetlemelidir. Çoğunluğun yönettiği bir toplumda iktidarda olanların sınırlarını da belirlemeli, çoğunluk tiranlığının kurulmasını engelleyecek bir devlet organı olmalıdır.
38. Anayasa çalışmaları kapalı kapılar ardından çıkartılmalıdır. Parklarda forumlarda maddeler halka anlatılmalı, tartışılmalı, sokağın sesi dinlenmelidir. Digital dünyada bunu organize etmek hiç de zor değildir.
39. Mahkemeler ücretsiz olmalıdır. Adalet talep etmek için başvuran halktan harç alınmamalıdır.
40. Özel Yetkili Mahkemeler demokrasiyle bağdaşmaz. Kaldırılmalıdır.
41. Özel yetkili mahkemelerin 2005 yılından bu yana verdikleri kararlar için yeniden yargılama yolu açılmalı, hatalı ve/veya suçlu bulunan yargıçlar yargılanmalıdır.
42. Faili meçhuller, yargısız infazlar cezasız bırakılamaz. İnsanlık suçu addedilmeli, zaman aşımı engellenmelidir.
43. Gizli tanık uygulamasına son verilmelidir. Gizlilik adalete olan güvene gölge düşürür.
44. Yasa dışı dinlemeler kanıt olarak kullanılamamalıdır. Kullananlar zamanla tespit edilecek olursa, zaman aşımına bakılmaksızın görevden alınmalı ve yargılanmalıdır.
45. Yargıçlar ve savcılar da sıradan vatandaşlar kadar kolaylıkla yargılanabilmelidir.
46. Askeri Yargı kaldırılmalıdır. Askerler de sivil mahkemelerde yargılanmalıdır.
47. Milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılmalıdır.
48. Sivil Toplum Kuruluşları katılımcı demokrasinin şartıdır. STK’lar birbirleriyle ortak amaçlara sahip insanların seslerini ve isteklerini sandık dışında da duyurdukları katılımcı demokrasi araçlarıdır.
49. Yürütme erki, her eyalette özerk bir eyalet hükümeti eliyle uygulanmalıdır.
50. İstikrar adına, koalisyon hükümetlerini engellemek için seçim barajlarıyla milli irade engellenmemelidir.
51. Yürütme STK’larla yakın temasta çalışmalıdır. Mecliste sendika ve dernek temsilcilerini temsil eden konfederasyonların temsilcileri için kontenjan milletvekilliği açılmalıdır.
52. Türkiye’de tek bir işsiz kalmamalıdır. Herkesin çalışmaya, işini özgürce seçmeye, adil ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır. Devlet ve Belediyelerin istihdamı dört katına çıkartılmalı, devlet daireleri ve belediyeler yedi gün, üç vardiya ve yirmi dört saat çalışmalıdır. Böylece işsiz oranı sıfıra inerken devletin etkin ve seri çalışması sağlanmalıdır.
53. Tüm vatandaşların çalışma saatlerinin düşürülmesi, dinlenme ve boş zamanlarını değerlendirmesi sağlanmalıdır. Hafta tatili üç, yıllık izin otuz gün olmalıdır. Newroz, Paskalya gibi Sünni inanç dışındaki inanç sistemlerinin kutsal günleri de tatil ilan edilerek bayramlar birlikte kutlanmalıdır.
54. Tüm vatandaşların haklarını ve isteklerini dile getirmek ve korunmak için sivil toplum kuruluşu kurmaya ve katılmaya hakkı olmalıdır.
55. Sosyal Güvenlik geliştirilmeli, yaygınlaştırılmalıdır. Herkesin eğitim, sağlık, yiyecek, giyecek, konut ve gerekli toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine hakkı vardır.
56. Halkçılık tüm Türkiye halklarını imtiyazsız kapsamalıdır.
57. Milliyetçilik üst kimliklere saygılı ve vatanseverlik vurgulu olmalıdır.
58. Herkes toplumun kültürel etkinliklerine özgürce katılma, güzel sanatları tatma, bilim alanındaki ilerlemelerden ve bunların nimetlerinden yararlanma hakkına sahiptir.
59. Sanat prangalarından kurtarılmalıdır. Devlet ve hükümet görevlilerinin ne üretim, ne de paylaşım aşamasında sanat eserleri üzerinde kısıtlama uygulamaları, olumlu ya da olumsuz telkinde bulunmaları yasaklanmalıdır.
60. Telif hakları etkin korunmaya alınmalıdır. Herkesin, sahibi bulunduğu her türlü bilim, yazın ya da sanat yapıtlarından kaynaklanan ahlaki ve maddi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.
61. Laik devlet vardır, olmalıdır, şarttır. Laiklik; demokrasinin, belli bir dine ya da mezhebe inanan çoğunluğun tiranlığına dönüşmesini engellemek için devletin tüm dinlere aynı mesafede kalmasını sağlamak üzere geliştirilmiş bir kavramdır. Asla “dinsizlik” anlamına gelmediği gibi; “inançlıları baskı altına alan bir tiranlık” da değildir. Laiklik devletin, tüm inanışlara eşit mesafede durabilmek adına, dinin siyasetten ayrılmasıdır.
62. Laik devlet, herhangi bir dini, mezhebi, inanç sistemini referans almaz. Devletin dinler karşısında tarafsız olmasını savunan prensiptir. Cem evlerinin cami statüsünde olmasını istediği kadar, örtülü kız kardeşlerimizin kamusal alanda istihdamını da istemelidir.
63. Kimliklerden dini inanç ibaresi kaldırılmalıdır.
64. Her birey eğitim alma hakkına sahiptir ve eğitim özerk, parasız, zorunlu, fırsat ve imkân eşitliği sağlanmış bir yapıda olmalıdır.
65. Öğretmen maaşı en az milletvekili maaşı kadar olmalıdır.
66. Kalkınmak toplumun topyekûn mutluluğu için olmalıdır.
67. Sanayi ve ticaret öncelikle çevre duyarlılığını gözetmelidir.
68. Tarım teşvik edilmeli, modernleştirilmelidir. Topraksız köylü kalmamalıdır.
69. Profesyonel ordu kurulmalıdır. Askerlik görevi kısaltılmalı ve sivil savunma ağırlıklı bir eğitim biçimine dönüştürülmelidir.
28 Eylül 2013 Cumartesi
23 Ağustos 2013 Cuma
ŞARLO'NUN MEKTUBU
"özür
dilerim ben imparator olmak istemiyorum. bu beni ilgilendirmiyor. hükmetmek
veya işgal etmek istemiyorum. herkese yardım etmek istiyorum. yahudi , katolik
, siyah, beyaz. hepimiz birbirimize yardım etmek istiyoruz. diğerinin mutluluğu
hepimizi mutlu ediyor. hiç kimseden nefret etmiyoruz. hiç kimseyi
aşağılamıyoruz. bu dünyada herkese yer var. dünyada herkesi doyuracak kadar
zenginlik var. hayat hür ve güzel olmalı. biz doğru yoldan çıktık. iktidar
hırsı insan ruhunu zehirledi, nefret duvarları ördü. bizi mutsuzluğa ve insan
kıyımına mahküm etti. hızı keşfettik ama yerimizde sayıyoruz. makineleşme
bolluk yerine yokluk getirdi. bilgimiz bizi saygısız ve yobaz yaptı. çok
düşünüp az hissediyoruz. makineden çok insanlığa ihtiyacımız var. beceriden çok
iyiliğe ihtiyaç duyuyoruz. aksi takdirde şiddet galip gelecek ve hayat yok
olacak. uçak ve radyo bizi birbirimize yaklaştırdı. bu icatların temelinde
iyilik kardeşilik ve beraberlik var. şu anda sesimi milyonlarca insan duyuyor.
umutsuz kadın, erkek ve çocuklar... masum insanlara işkence yapan , hapse atan
bir sistemin kurbanları onlar. beni duyanlara sesleniyorum. umutsuzluğa
kapılmayın!!!
mutsuzluğumuzun
sebebi hırslı kişilerin insalığın ilerlemesinden korkmasıdır. nefret geçer ,
dikatatörler ölür. halktan aldıkları iktidar halka geri döner... insanlar ölür
, hürriyet ölmez!
askerler
!
zorbalara
itaat etmeyin. onlar sizi eziyor...
düşünce
ve hareketlerinizi planlıyor... sizin koyun yerine koyuyorlar!!
insanlıktan
çıkmış beyni ve kalbi makineleşmiş kişilere teslim olmayın... siz ne makine ne
koyunsunuz!!! sizler insansınız!!!
kalbinizde
insanlara aşk besliyorsunuz. sizde nefret yok. sevilmeyen insan kin besler.
askerler , esirlik için değil , hürriyet için savaşın. aziz luke 'ün dediği
gibi cennetin kapıları insana açıktır. bir kişiye , bir gruba değil herkese
açıktır.
güç
sizin halkın elindedir... makine ve mutluluk yaratma gücü... bu güçle yaşamı
hür ve güzel yapın! harika bir maceraya dönüştürün! demokrasinin verdiği bu
gücü kullanalım. birlik olup harika bir dünya yaratalım. herkese iş sağlayan ,
gençlere umut, yaşlılara garanti veren bir dünya. yobazlar bunları vaat ederek
iktidarı aldılar. yalan söylediler. zaten asla sözlerini tutamazlar.
diktatörler , kendi hırsları için halkı köleleştirir... biz bu vaatleri yerine
getirmek için savaşalım. dünyayı kurtaralım. milli engelleri yokedelim. hırs,
kin ve yobazlığı yürürlükten kaldıralım. aklın idare ettiği bir dünya için
savaşalım. bilim ve ilerleme herkese mutluluk getirsin.
askerler,
demokrasi uğruna birlik olalım!"
Charlie
Chaplin
17 Ağustos 2013 Cumartesi
ADALET VE ANAYASA TASLAK METİN
ŞİMDİLİK DÜZENSİZ NOTLAR VE BİLDİRİMLER BU ŞEKİLDE.. SİZLERDEN GELDİKÇE ŞEKİLLENDİRECEĞİM.. BİLDİRİMLERİNİZ AŞAĞIDAKİ MADDELERLE İLGİLİYSE NUMARASINI BELİRTEREK YAZIN LÜTFEN.
Adalet, vicdanın
temelidir. “Adalet mülkün temelidir” lafı
doğrudur ama kapitalistler tarafından yanlış anlaşılmıştır. Sadece evlerimiz,
tarlalarımız değil; vücudumuz, fikirlerimiz, emeğimiz, hafızamız, irademiz,
arzularımız ve zamanımız da birer mülktür. Kimse kimsenin bedenini, fikrini,
emeğini, zamanını zorla ve/veya şartları zorlayarak sömüremez, çalamaz. Kimse
kimsenin hafızası, iradesi ve arzuları üzerinde baskı kuramaz. Kapitalizmin inanmak
istediğinin tam aksine, esas mülk bunlardır. Bu mülklere sahip çıkıldıktan
sonra, zaten hiç kimse kimsenin sırtından artı-değer kazanıp haksız “servet”
sahibi olamaz. Herkes emeği, fikirleri, yetenekleri ve gereksinimleri
doğrultusunda bilinen anlamıyla “mülk” sahibi de olabilir ama bu “mülk” doğal
olarak dengeli ve adil dağılacaktır.
2.
Şeffaflık, güvencedir.
3. Anayasa sokaktan çıkmalı, sivil ve net olmalıdır.
4. Anayasa çoğulcu olmalı, toplumsal barışı yaymalıdır.
5. Anayasa bir
devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerdir.
Ayrıca kişisel hak ve özgürlükler bu belgede belirlendiği için çoğunluğun
yönettiği bir toplumda iktidarda olanların sınırlarını da belirlemelidir.
6. Anayasa çoğunluk tiranlığının kurulmasını
engelleyecek bir devlet organı olmalıdır.
7.
Yargı
bağımsız olmalıdır. Adalet bakanı ve Müsteşarı HSYK’da olmamalıdır.
8.
Hukukta
kadrolaşmaya engel olunmalı,iktidarın HSYK'ya üyeliği imkansız kılınmalı.
9.
Fırsat eşitliği
10. Liyakat(Meritokrasi)
11. Meritokrasi,demokrasi dışı bir rejimdir,hiçbir özgür ülkeye
yakışmaz.
12. Liyakate dayalı bir Kamu yönetimi uygulanması için
yazıldı kadrolaşmann ve kayırmann olmadığı fikir vermesi için
13. Pozitif ayrımcılık
14. Temsilde adalet.. Seçim barajı
15. Gelir dağılımı! & Dolaylı vergi!
16. Mahkemelere adalet talep etmek için başvuran halktan
kesinlikle harç parası alınmamalı ücretsiz olmalıdır
17.
Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılsın.
18. Düşünce
ve ifade özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Toplantı, gösteri ve örgütlenme
özgürlüğü, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne sadık kalınarak
uygulanmalıdır.
19. Basın
özgürlüğü sağlansın. Tutuklu gazeteciler serbest bırakılsın.
20. Din
ve vicdan özgürlüğü korunsun, her inanca eşit imkân tanınsın.
21. Tutuklu
öğrenciler serbest bırakılsın.
22. Özel
Yetkili Mahkemeler demokrasiyle bağdaşmaz. Kaldırılsın.
23. Gizli
tanık uygulamasına son verilsin. Yasa dışı dinlemeler kanıt olarak kullanılamasın.
24. Faili
meçhul cinayetler çözümlensin.
25. AF……Affedelim
birbirimizi. Bağışlayalım. Geçmişin üstüne çekelim bir sünger. Toplum
olarak barışmak için önce küs olduğumuzu kabul etmeniz gerekiyor.
26. CHP eğer
gerçekten halkın partisi olmak ve halkın tamamıyla barışmak istiyorsa
küslüğümüzü iyi analiz etmeli, Cumhuriyet’i kuran parti olarak özeleştiri
yapmalı. Kürt meselesiyle, Dersim meselesiyle, Sivas olaylarıyla, ikna
odalarıyla, 27 Mayıs’la, 28 Şubat’la, 27 Nisan’la ve sayamadığımız ama özetle
toplumda travmalara neden olan tüm olaylarla ilgili partinin
yaptıklarını/yapmadıklarını toplumun saygı duyduğu kişilerle ve evet, akil
insanlardan oluşan bir komisyonla incelemeli. Sonucunda özür dilemek
gerekiyorsa özür dilemeli; haksızlığa uğradığı ispatlanmışsa halkla paylaşmalı.
Geçmişiyle yüzleşmeli, hesaplaşmalı ve bunu şeffaf bir biçimde yapmalı.
27. Laikler,
konjonktürel de olsa, Cumhuriyet’in mağdur ettiği kesimlerle barışmalı.
Dindarlar konusunda samimi olduğunu göstermeli. Bunu artık bir siyasi malzeme
olmaktan çıkarmak adına gerekli yasa/yönetmelik tekliflerini bizzat laikler
vermeli.
28. Başlangıç
olarak başörtüsünün üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanılmasına olanak
sağlanmalı. Kılıçdaroğlu; “Bunlar toplumsal uzlaşma ile çözülür”
demiştiniz. İşte o toplumsal uzlaşma gerçekleşiyor. Uzlaşmanın siyasi
adımlarını da siz atın.
29. Kimliklerden dini inanç ibaresi kaldırılmalı.
30. Eğitimde fırsat ve imkan eşitliği
şarttır
31. Eğitim özerk,
parasız ve zorunlu olmalıdır.
32. Eğitim devlet eliyle yürütülür ve her birey
eğitim alma hakkına sahiptir.
33. Yeni anayasa çalışmaları kapalı kapılar
ardından çıkartılmalıdır. Parklarda forumlarda madde madde halka anlatılmalı,
tartışılmalı, sokağın sesi dinlenmelidir. Digital dünyada bunu organize etmek
hiç de zor değildir.
34. hiç kimsenin öteki
hissetmeyeceği bir adalet sistemi kurulmalı.
15 Ağustos 2013 Perşembe
Demokrasi farklılıkların haklılığıdır, çünkü doğru, noktadan çıkar. Seninle direneceğim!
Demokrasi Yunanca dimos=halk ve kratos=iktidar sözcüklerinden
türemiştir ve halk iktidarı demektir. Teoride demokrasi; tüm
vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir
yönetim biçimidir. Ne var ki demokrasi tarihler boyunca, sürekli olarak
genişletilse de, uygulanması ülkeye değişmektedir. Örneğin Fransız
Devrimi’nden sonraki seçimlerde oy
verme hakkı sadece belli miktarda vergi verebilen vatandaşlara tanınmış, ABD’de güney eyaletlerinde siyah ırk ilk
kez 60'larda oy kullanabilmiştir. Seçimlere tam katılım hakkı ise 20. yüzyıla
kadar hiçbir ülkede verilmemiştir. Osmanlı döneminde, meşrutiyetin ilanıyla
birlikte çok partili bir rejim uygulaması yapılmış ancak kadınlara seçme
seçilme hakkı tanınmamıştır. İttihat Terakki Partisi ve Hürriyet İtilaf partileri
II. Meşrutiyet döneminde kıyasıya yarışmışlardır. Osmanlı İmparatorluğunun
yıkılmasıyla birlikte Osmanlı meclisleri kapatılmış ve 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla
birlikte demokrasiye geçiş çabaları yeniden başlamıştır. Cumhuriyetin ilk
yıllarında hızla çok partili döneme geçme girişimleri yapılsa da, İslam
coğrafyasında yepyeni bir sistem olan cumhuriyet ve onunla birlikte işlerlik
kazanan modernleşme hamleleri nedeniyle sistemin oturması 40’lı yılların
ortalarına kadar uzanmıştır. Cumhuriyetin kurulduğu 1923’ten itibaren, 1945’e
kadar süren ve “tek parti dönemi” adı verilen dönem, aslında, görünürde tek
parti iktidarı olsa da, gerçekte geniş tabanlı bir koalisyondur. Nitekim 1937
yılında Başbakan olan Celal Bayar, CHP içinden ayrılan arkadaşlarıyla birlikte
Demokrat partiyi kurmuştur. Başka bir deyişle, tek parti denilen CHP’nin
içinde, CHP ilkelerinin tamamına ya da en azından bir kısmına muhalif, sağcı,
liberal hatta muhafazakâr pek çok isim başbakanlık, bakanlık yapmıştır. Özetle
Türkiye Cumhuriyeti çoğulcu demokrasiye geçişte olabildiğince seri davranmaya
çalışsa da, bu kez askeri darbelerle yol kazalarına uğramıştır. Her şeye
rağmen, örneğin, kadınlara seçme hakkı, Atatürk’ün eşitlikçi anlayışı sayesinde
ülkemizde birçok batı ülkesinden 25 yıl önce 1930 yılında tanınmıştır. Bu
kısa tarihçeden sonra demokrasi tanımına dönecek olursak; demokrasiye yapılan
atıflarda görüleceği üzere, halkın kendi kendini yönetmesi temel dayanaktır. Bu
ise halk adına karar alacak, halkı temsil edecek kişileri oy vererek seçen bir
sistemle gerçekleşmektedir. Bununla birlikte demokrasinin evrensel tanımında,
sadece seçim ve oy sandıkları değil; plesibit gibi, referandum gibi
doğrudan etki yoluyla veya sivil toplum kuruluşlarının etkin kılınması, miting,
gösteri gibi dolaylı yollar da yer almaktadır.
Demokrasi ilk
olarak eski Yunanistan'da, şehir-devletlerinde
uygulandı. Teoride bütün yurttaşlar mecliste oy verme ve fikrini söyleme
hakkına sahipti fakat uygulamada kadınlar, köleler ve o şehir-devletinde
doğmamış olan yabancılar bu haklara sahip değillerdi.
Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan
devlet sistemi, temsili demokrasiye yakın bir nitelik
taşımaktaydı ama demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre
şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi.
Orta çağda
demokrasinin gelişme süreci içindeki en büyük olay İngiltere'de
kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta
Libertatum'un (Büyük sözleşme) ilan edilmesidir. Bu belge
doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan
kısıtlamalar sebebiyle, halkın çok az bir bölümü katılabilmişti. Birçok
ülkede devlet yönetiminde zaman zaman demokrasiye benzer uygulamalar yapılmıştı.
Fakat hepsinde demokrasiye katılım erkek; olma, belli miktarda vergi verme gibi
standartlarla kısıtlanıyordu.
18.yy demokrasinin sıçrama yaptığı yüzyıl olmuştur. Yukarıda sözü edilen sınıfsal kısıtlamaların kaldırılması için aydınlanma çağını bekleyen dünya, giderek Kalkınmacı Demokrasi’yi bireyin ve toplumun gelişiminde esas saymıştır. Jean-Jacques Rousseau’ ya göre, bireyler ancak, toplumun kararlarına doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde 'özgür' olabilirler. Kalkınmacı demokrasinin, Liberal Demokrasi’ye daha yakın hali ise John Stuart Mill tarafından dile getirilmiştir. Mill’e göre demokrasinin en büyük yararı, vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir. Bu yüzden kadın olsun, fakir olsun herkesin oy verme hakkının olması gerektiğini savunur. Fakat bu oy hakkını ‘eşit’ olarak savunmamıştır. Örneğin vasıfsız işçinin bir oy, vasıflı işçinin iki oy, donanımlı meslek sahiplerinin ise beş oy hakkına sahip olması gerektiğini, böylelikle demokraside “çoğunluğun tiranlığı” korkusunun giderileceğini savunuyordu. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru olmayabileceğini de belirtiyordu.
18. ve 19.
yüzyıllarda demokrasi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve
Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile
hızla yükselen bir değer haline gelmiştir. Amerika'nın kurulmasını
sağlayanların oluşturduğu sistem ilk liberal demokrasi olarak
tanımlanabilir. 1788 yılında kabul edilen Amerikan Anayasası, hükûmetlerin
seçimlerle kurulmasını ve insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını
sağlıyordu. Amerikan İç Savaşı'nın ardından 1860'larda
yapılan değişikliklerle kölelere özgürlük sağlandı ve demokrasinin temel
ilkelerinden biri olan oy verme hakkı tanındı. Ancak güney
eyaletlerinde siyahlar 1960'lara kadar oy verme hakkını kullanamamışlardır. 1789 Fransız
Devrimi'nde ise bir anayasa hazırlanarak iktidar halkın seçeceği bir
parlâmento ile kral arasında paylaştırıldı. Ulusal Konvansiyon hükûmeti
genel oy ve iki dereceli bir seçimle iş başına geldi. Fakat ilerleyen
yıllarda Napolyon'un
başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı.
19.yy’ın sonlarına
doğru aslında fikir babası Platon olan eski bir öğreti yeniden tartışılır
olmuştur: Elitizm… Platon (M.Ö 427-347)
filozof kralların iktidarda olmasını önermiştir. 19.yy’da ise Vilfredo
Pareto (1848-1923) ve Gaetano Mosca (1857-1941),
Klasik Elitizm adı verilen bir önermeyle, elit yönetiminin toplumsal hayatın
kaçınılmaz ve değiştirilemez bir gerçeği olduğunu ileri sürmüştür. Mosca
toplumu "yöneten" ve "yönetilen" olarak iki sınıfa
ayırmıştır. Modern dönemde ortaya çıkan Demokratik Elitizm’e göre, seçmenlere
gene oy kullanma hakkı verilmiştir ama bu sadece hangi elitin kendilerini
yöneteceklerini seçmek içindir. Demokratik Elitizm, seçilme hakkını kısıtladığı
için demokrasinin zayıf bir görüntüsü olarak kabul edilmiştir.
20. yy’da demokrasi
hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir. I. Dünya Savaşı'nın sonunda Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasıyla
birçok yeni devlet ortaya çıkmış ve bununla birlikte 1917 Ekim Devrimi’yle
birlikte dünya Komünizm ve Marksizm’le tanışmıştır. Marksizm; toplumu
sınıf tabanlı düşünen ve gerçek demokrasinin ancak sınıf farklılıkları
kaldırıldığı zaman olabileceğini iddia etmiştir. Yani; demokrasi, için siyasi
eşitliğin yeterli olmadığını bunun yanında sosyal eşitliğin de sağlanması
gerektiği savunmuştur. Ne var ki pratikte eşitlik ilkesi kısmen yaygın olarak
uygulansa da, sistemin özgürlükleri alabildiğine baskı altına aldığı kısa süre
içerisinde gözler önüne serilmiştir.
1929 yılında ortaya
çıkan Büyük Buhran döneminde Avrupa, Latin Amerika ve Asya'da birçok ülkede
diktatörler ortaya çıktı İspanya, İtalya, Almanya ve Portekiz’de faşist diktatörlükler
ortaya çıkmışken, Baltık ve Balkan ülkelerinde, Küba, Brezilya, Japonya’da
demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi. Bu sebeple 1930'lar Diktatörler
çağı olarak nitelendirilir.
II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgecilik
anlayışı son buldu ve birçok bağımsız ülkenin ortaya çıkmasıyla Batı Avrupa'da
demokratikleşme hareketleri
yoğunlaşmıştır. Almanya, İtalya, İspanya ve Japonya'da diktatörlükler son
bulmuştur. Bununla birlikte 20. yüzyıldaki en büyük çekişmelerinden biri de
aynı dönemde başlamıştır; Soğuk Savaş...
Sovyet Bloğu ülkeleriyle
Batı demokrasileri arasında gerçekleşen
Demokratik olmayan ve komünizmi yaymaya çalışan Sovyet Bloğu ile
demokratik kapitalizmi yaymaya çalışan ABD liderliğindeki Batı Bloğu
arasındaki çekişme 1989 yılında
Sovyet Bloğunun çökmesiyle son bulmuştur. Francis
Fukayama; Tarihin Sonu adlı makalesinde, Soğuk
Savaşın bitmesiyle artık liberal demokrasinin tüm dünyada yayılacağı haberini
verir. Ne var ki liberallerin tanrısı olan Fukuyama’nın bu öngörüsü 20 yaşına
gelmeden tarihin çöplüğüne yollanmıştır. Avrupa ülkelerinin ardı ardına
ekonomik kriz nedeniyle iflasın eşiğine gelmesi Fukuyama’nın öngördüğü ve
dünyanın bütün liberallerinin kutsal metin kabul ettikleri “Tarihin Sonu”nun
gelmediğini; tarihin eşitlik ve adalet yolunda benzersiz bir çağa girdiğini,
acılı bir gülümseyişle kapitalizmin zafer ifadeli suratına sert bir şamarla
çarpmıştır. Tüketim toplumu modelinin tükettikçe kendini tüketmesi döngüsü, tüketimin
durduğu anda kapitalistleri panik ataktan, panik yataklara düşürürken,
yarattıkları tüketim krizinden çıkışı; “al-ver, al-ver, ekonomiye can ver”
sloganıyla pompalamaya çalışacak kadar yüzsüzleşmelerine de neden olmuştur.
Tüketimin tüketerek batağa sapladığı ekonomilerini kurtarmak için reçete olarak
yine tüketimi pompalamayı pazarlayacak kadar kalp ve matematik yoksunu bu
kibirli liberal zihniyet, frensiz egolarının kendilerini dahi düşürdüğü “mutsuz
birey” profilinden çıkışı ise, yeni kuşak antidepresanlarla, turistik/mistik yolculuklarda
aramaktadır. Şimdi geriye dönüp kapitalizmin ve haliyle liberalizmin ”ben
nerede yanlış yaptım” demesinin zamanıdır.
Demokraside önceliğin
özgürlüğe mi yoksa eşitliğe mi verilmesi gerektiği tarih boyunca tartışılmış ve
tarih, bu ikisini bir arada tutacak sistem teorisini üretme çabalarıyla
sıklıkla karşılaşmıştır. Son yıllarda insan hakları vurgulu çağdaş
demokrasilerde iki tür demokrasi ön plana çıkmaktadır:
1. Liberal Demokrasi
2. Sosyal Demokrasi
21.yy’da giderek yaygınlaşan demokrasi türlerine geçmeden önce, demokratik olduğunu iddia eden üç sistemden bahsetmek gerekmektedir.
Çok farklı demokrasi
önermelerine karşın demokrasi tecrübeleri sonunda Liberal ve Sosyal
Demokrasiler diğerlerine oranla daha yaygın olarak tercih edilmişlerdir.
1. Liberal demokrasi; liberal terimiyle bireyci para politikalarını; demokrasi terimiyle bireyin özgürlüğünü, siyasi eşitliğini ve yönetimlerin
adil seçimlerle iktidara geldikleri sistemi
tarif etmektedir.
2. Sosyal demokrasi; sosyal terimiyle toplumcu para politikalarını; demokrasi terimiyle bireyin özgürlüğünü, siyasi
eşitliğini ve yönetimlerin adil seçimlerle iktidara geldikleri sistemi tarif etmektedir.
Kolaylıkla görüldüğü
üzere her iki sistem söz konusu “para politikaları” olunca ayrışmakta ve düşman
kardeş kesilmektedir.
Liberal Demokrasi; neredeyse sınırsız
özgürlüklerle yaratılacak olan ortamda, yetenekliler ve yaratıcıların lokomotif
görevini üstlendiği ve onların girişimleriyle, toplumun geri kalanının da refah
seviyesinin yükseleceği öngörmektedir. Liberallere göre liberal demokrasi tüm dünyaya hakim olmaya başlamıştır ve siyasi evrimin sonu bu nedenle gelmektedir. Artık ideolojik savaşlar olmayacaktır çünkü liberalizm yeryüzünde cenneti getirmektedir. Oysa pratikte liberal demokrasi; ticari
ilişkilerinde sınırsız bir serbestlik talep eden kapitalist ekonomik sisteminde
temel taşı olarak gördüğü tüketim toplumlarının rekabetle formatlanmış
bireylerine mutluluk ve refah değil, narsisistik kişilik bozuklukları, psikoz,
depresyon ve burnout sendromu gibi psikolojik hastalıklar ve onlara bağlı;
hipertansiyon, koroner kalp hastalıkları, diabet, ösefajiel reflü, ağrılı kas
sendromları, cinsel fonksiyon bozuklukları gibi psikosomatik hastalıklarla
birlikte; sosyal ve güçlünün, varsılın lehine işleyen bir sosyal dengesizlik
getirmiştir.
Liberal ve Sosyal Demokrasilerin açmazları, Gezi Ruhunda yepyeni bir demokrasi tanımının yapılması gerekliliğini önümüze koymuştur. Bu anlamda Liberal ya da Sosyal Demokrasilerden farklı olarak, Çoğulcu Demokrasi kavramı, son günlerde Türkiye'de sıkça tartışılan bir kavram haline gelmiştir.
Sosyal Demokrasi; insan onuruna en
yakışan, toplumsal dayanışmanın her alana yayıldığı, gelirin adaletli
dağıldığı, eşitlikçi bir rekabet ve hakça paylaşımla toplumun tamamının refah
seviyesinin yükseleceği öngörmektedir. Marxistler'e göre sosyal demokrasi, sosyalizm ve nihayetinde komünizm siyasal ideolojilerin sonunu getirecektir ve aynen liberallerde olduğu gibi yeryüzünde cenneti vaat etmektedir.. Oysa pratikte sosyal demokrasi; rekabeti
minimuma indirme gayretiyle yaratıcılık ve girişimcilik alanında geri kalmakla
suçlanmış; bu alanda “eşitlik” kavramının, yeteneklilere haksızlık olduğu
suçlamasıyla, aşağılayıcı bir terim olan “alturizm”le etiketlenmiştir. Bununla
birlikte devletin “kontrolör” görevini yüksek seviyede tutmasıyla özgürlükler
kısıtlanmış; eşitlik adına kaliteli yaşam biçimi ve seviyesinden ödün verilmiş;
devlet-rüşvet yolsuzluğu sistemini işletmiştir. Gerçi tüketim toplumunun
akıbeti olan ve yukarıda anılan hastalıklar söz konusu olmamıştır ama yaşam
kalitesi de toplumun hiçbir kesimi için üst düzeyde yaşanamamıştır.
İngiliz İşçi Partisi Genel Başkanı
Tony Blair, parti tüzüğünden devletçiliği kaldırıp, serbest piyasa ekonomisine
geçeceklerini deklere ettikten ve özelleştirmenin önünü açtıktan sonra
seçimlerde umulmadık bir başarı elde ederek partisini iktidara taşımıştır. İngiliz
seçmenlerin büyük ölçüde benimsedikleri ve Blair’in 3.yol adını verdiği Sosyal
Liberalizm; Amerikan Başkanı Demokrat Bill Clinton'dan ve Alman Sosyal Demokrat
lider Gerhard Schröder’den de destek bularak, bu kez gerçekten tarihin sonunun
geldiğini müjdelemiştir. Blair, Clinton
ve Schröder kendi dönemlerinde ülkelerine bir nevi altın çağı yaşatmış olmalarına
rağmen bugün Avrupa neden hala arzulanan ideolojik sisteme kavuşamadığını
tartışmaya başlamıştır. Ne klasik liberalizm, ne sosyal liberalizm ne, liberal
sol, ne komünizm, ne sosyalizm, ne post-Marksizm ne de sosyal demokrasi dünyaya
beklenen mutluluğu ne yazık ki getirememiştir.
Liberal ve Sosyal Demokrasilerin açmazları, Gezi Ruhunda yepyeni bir demokrasi tanımının yapılması gerekliliğini önümüze koymuştur. Bu anlamda Liberal ya da Sosyal Demokrasilerden farklı olarak, Çoğulcu Demokrasi kavramı, son günlerde Türkiye'de sıkça tartışılan bir kavram haline gelmiştir.
Pluralist Demokrasi: James Madison denetimden uzak demokratik sistemlerin, giderek otokratikleşebileceğini, bireysel hakların ihlal edileceği bir "çoğunlukçu" (Majoritarianism) sisteme dönüşme riskinin olduğu savıyla Çoğulcu Demokrasi önermesini ortaya atmıştır. Çoğulcu demokrasi’nin işlerliğinin olabilmesi için ise; (1) güçler ayrılığı ilkesi, (2) federalizm ve (3) iki meclisli bir hükûmet biçimi önermektedir. Böyle bir sistem, toplumdaki farklılığın ve "çokluluğun" varlığını tanımasıyla, çoğulcu demokrasinin ilk gelişmiş ifadesi olarak kabul edilmiştir.
Güçler ayrılığı: İster demokratik, isterse demokrasi
dışı bir devlet yönetimi biçimi söz konusu olsun; iktidarlar üç kavram
üzerinden yönetimlerini sürdürürler: (1)Yasama (2)Yürütme ve (3)Yargı… Özgürlükçü
ve eşitlikçi demokrasilerde bu üç kurumun birbirlerinden bağımsız ve eşdeğer
güçte olması ve yek diğerini denetleyebilmesi, otokrasiyi yani, iktidarın tek elde
toplanmasını engellemek adına hayati öneme sahiptir. İktidarın bu üç kurum
arasında paylaşımı; demokratik yollarla iktidara gelen kişiler ya da partilerin
kendi diktatörlüklerini kurma heves ve girişimlerinin dünyayı sürüklediği
felaketlerden elde edilen tecrübeler üzerine geliştirilmiştir. Güçler ayrılığı
ilkesi ile karşılıklı denetimin önemi, özellikle Adolf Hitler’in
demokratik yollarla iktidara gelmesinden sonra, Yasama, Yürütme ve Yargı’yı
tekelinde toplayarak dünyayı yangın yerine çevirmesinden sonra anlaşılmıştır.
Tehlike, ne yazık ki, bugünün dünyasında da geçmiş, geride bırakılmış değildir. Dr. Mehmet Emin Akgül; "farklı aktörlerin değişik yetki ile donatılması, aktörlerden birinin aşırı güçlenmesi durumunda diğerinin direnme ve kendi yetkilerini koruyabilmesi kuvvetler ayrılığının belirgin özelliğidir." demektedir.
1. Güçler ayrılığı korunmalıdır, şarttır.
2. Yasamanın içinden çıkan bir yürütme varsa güçler
ayrılığından bahsedilemez.
3. Yasamanın yürütmenin kontrolüne girme
olasılığı her zaman mevcuttur.
4. Yasama ve yürütme ayrı ayrı seçilmelidir.
5. Yasama STK’larla yakın temasta çalışmalıdır.
6. Yürütme tam şeffaflıkla çalışmalıdır.
7. Yürütme; yasama ve yargının "dengi" değil, gerisinde olmalıdır.
7. Yürütme; yasama ve yargının "dengi" değil, gerisinde olmalıdır.
7. Yargı tam bağımsız olmalıdır.
8. HSYK’ya Adalet Bakanı ya da müsteşarı
katılmamalı, üyeler Baro’lar tarafından seçilmelidir
9. Yargıçlar ve savcılar da sıradan
vatandaşlar kadar kolaylıkla yargılanabilmelidir
10. Askeri
Yargı kaldırılmalıdır
11. Anadilde
savunma şarttır
Parlamento: Demokratik
parlamenter sistemde güçler
ayrılığı ilkesindeki “yasama” görevini üstlenen kurumdur. Parlamento
ya da meclis; adil rekabet, adil seçim ve eşit oylama ilkeleriyle halkın
temsilcilerini özgür seçimlerle belirleyerek oluşturduğu bir kurumdur. Meclis
sistemleri hem nitelik hem de nicelik olarak her ülkede farklı gelişmiştir. Tek
meclisli sistem, çift meclisli sistem ve başkanlık sistemi gelişmiş
demokrasilerin en çok tercih ettiği sistemlerdir. Meclislerin işlevleri;
yasama, temsil, denetleme ve meşruluktur.
1.
Seçim barajı kaldırılmalıdır. Sıfırlanmalıdır. Milli irade meclise tam
yansımalıdır.
2. Parlamenter seçimler retina taraması, parmak
izi karşılaştırması vs gibi mükerrer ya da sahte oy kullanımını önleyecek ve
%100 digital olan ve on-line denetlenebilecek bir sisteme kavuşturulmalıdır
3. Tek meclisli sistem, Çift meclisli
sistem ve Başkanlık sistemi tartışılmalıdır
4. Yürütme: merkezi yönetim yerine eyalet sistemi,
eyalet meclisleri ve eyalet hükümetleri tartışılmalıdır
5. Yasama: merkezden değil, yerinden (herkesten/yerel) olmalıdır.
(eyalet sistemi)
Siyasi Partiler: Partiler vatandaşların temsil işlevi
için kullanılan araçlardır. Demokratik ülkelerde siyasi parti bireylerin aktif
siyaset yapacakları alanlardan biri ve en önemlisidir. Ülkelerdeki seçim
sistemlerine göre iki partili sistem ya da çok partili sistemler söz konusudur.
İngiltere’deki gibi iki partinin ağırlıklı olduğu sistemler, seçmenlerin
çoğunluğunun bulunduğu ‘orta alandaki’ bir yoğunlaşmaya yol açma ve daha
radikal düşünceleri dışlama eğilimindedir. Her bir partinin çok sayıda
görüşü temsil ettiği düşünülür. Çok partili siyasi sistemlerde ise düşünceler
daha doğrudan temsil edilir. Dinsel, etnik veya sınıfsal düşünceleri temsil
ettiğini düşünen partiler de bulunur. Bu sistem halkın egemenliğinin meclise
daha fazla yansımasını sağlarken, mecliste farklı görüşlerde bulunan birçok
parti olduğu için istikrarın sağlanmasını güçleştirdiği iddialarıyla
suçlanmaktadır.
1.
Siyasi partiler yaşlıların ve erkeklerin egemenliğinden
kurtarılmalıdır.
2.
Delegelerin %50'si her daim 40 yaş altında olmalıdır
3.
Milletvekillerinin %50'si her daim 40 yaş altında olmalıdır
4.
Delegelerin %50'si her daim kadın olmalıdır
5.
Milletvekillerinin %50'si her daim kadın olmalıdır
6. Parti
içi demokrasi şarttır. Demokratik
haklar tabana yayılmalıdır
7.
Siyasi partiler yasası demokratik ve katılımcı olmalıdır
8.
Temsilciler merkezden değil, ön seçimle yerel delegeler arasından
seçilmelidir
9. Delege seçimlerinde şartlar
ağırlaştırılmalı,kalite ve eğitim düzeyi arttırılmalıdır
10. Siyasi
partiler dinin arkasına sığınmamalıdır
11. İktidarlar da
dinin arkasına sığınmamalıdır.
Sivil Toplum
Kuruluşları; demokrasiyle ortaya
çıkan bir örgütlenme değildir ama demokrasiyle önem kazanmıştır. Sivil toplum,
anlamını demokrasi ile kazanırken, demokrasi de katılım problemlerinin çözümünü
sivil toplum kurumları ile sağlamaktadır. Birbirleriyle ortak amaçlara sahip
insanların oluşturdukları grupların seslerini ve isteklerini daha fazla
duyurabilmenin demokratik yoludur. Sivil toplum örgütlerinin özelliği çoğulcu
bir yapıya sahip olmasıdır.
2. Halk Meclisleri kurulmalı ve her mahalle bu meclislerden kendisini yönetmelidir
3. Halk Evleri bu bağlamda fonksiyon görebilir
4. Muhtarlıklar Halk Meclislerinin çekirdeği olabilir
Kolluk Kuvvetleri; ordu ve polis
güçlerinin demokraside ne kadar bulunduğu, ne kadar bulunması gerektiği her
zaman tartışma konusu olmuştur. Dış güvenlik için ordunun, iç güvenlik için de
polisin varlığı, onları demokrasi adına gerekli kılmakla birlikte; silahlı
kuvvetleriyle demokrasiyi kaldırma veya kesintiye uğratma gücünü ellerinde
bulundurmaları varlıklarını tartışma konusu yapmıştır. Gelişmiş demokratik
ülkelerde sivil siyasetçiler, hem hukuken, hem de fiilen ordunun
üstündedir ve ordu siyasi karar alma mekanizmasının içine olabildiğince az
katılır. Özellikle dünyada soğuk savaş sonrası, ülkemizde ise 12 Eylül
askeri darbesi sonrası sivil siyasetçinin üstünlüğü giderek artmaktadır.
Demokratik olarak
yeterince gelişmemiş ülkelerde ise askerler, danışma kurullarıyla doğrudan ya
da dolaylı olarak karar alma mekanizmasının içinde bulunur. Bu tip ülkelerdeki
ortak özellik; ordunun ülke içindeki kurumlar arasında en ileri teknolojiye
sahip ve modern dünyaya en yakın olan kurum olmasıdır. 'Ordu genellikle
ekonomik gerilik, iç karışıklıkların artması, sivil yönetimin meşruluğunu
kaybetmesi, ordu ve hükûmet arasındaki ihtilaf veya uluslararası kamuoyunun
darbe yönündeki olumlu yaklaşımı gibi sebeplerle siyasete müdahale etmektedir.
Polis ise “yönetici
sınıfın çıkarlarında hareket etmeye başlarsa ne olur?” sorusuyla düşünürlerin
üzerinde durduğu bir kondur. Aristo’nun ‘bizi
muhafızlardan kim muhafaza edecek?’ sorusu
bu kaygının çok eskilere dayandığını gösterir. Polis gücünün demokrasinin
sağladığı hak ve özgürlükleri kısıtlamaması ve gerektiği zaman yargıya hesap
verebilmesi gerekliliği demokratik düşünürlerin ortak tavrı olmasına rağmen
bunun nasıl ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda görüş ayrılıkları
yaşanır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)