23 Ocak 2016 Cumartesi

YAHUDİ PROFESÖRLER VE ATATÜRKÜN ERİŞİLMEZ VİZYONU

7.Nisan.1933’te Adolf Hitler iktidara gelişinin henüz 3. ayında Yahudilere tüm kapıları kapatan yeni devlet memuriyeti yasasını onaylamıştır. Bu yasayla birlikte, Aryan ırkından olmayanların, Yahudilerin ve sosyalistlerin işlerinden, toplum yaşamından uzaklaştırılmaları, sindirilmeleri, ve nihayet yeryüzünden silinmeleri süreci başlayacaktır. Bilimin ışığından korkan tüm rejimlerde olduğu gibi bilim ve bilim adamları ilk hedeftirler. Dünya tarihi görüp göreceği en büyük insanlık trajedisine hazırlanırken, Yahudi kökenli veya sosyalist eğilimli akademisyenler bilim ve irfan yuvalarından dışlanarak faaliyet görmeleri kısıtlanır, yasaklanır. Evlerinden, işlerinden, vatanlarından sökülüp atılan, sürgün edilen bilim adamları sığınacak bir liman, kendilerini kabul edecek bir ülke arayışına girmek zorunda bırakılır.

Aynı dönemde henüz 11 yaşında bir cumhuriyet olan Türkiye’nin gündemini işgal eden temel sorunlardan biri de Üniversite Reformu’dur. Haziran 1931 de başlayan ve çağdaş anlamda bir üniversite reformu amaçlı çalışmalar tam hızla devam etmektedir.

Ne var ki;  «Hayatta en hakiki mürşit ilimdir…» Sözünün sahibi olan Atatürk için eldeki yetişmiş bilim adamları yeterli değildir. Bu nedenle Atatürk, tarafsız ve objektif bir rapor hazırlaması için Cenevre Üniversitesi’nden Pedagoji  öğretim üyesi Prof. Albert  Malche’i Türkiye’ye davet eder. 19 Ocak 1932’de çalışmalarına başlayan Prof. Malche,  düzenlediği 95 sayfalık raporunu 29 Mayıs 1932’de takdim eder. Raporu okuyan Atatürk’ün yorumu kısadır: “Bildiğimiz başka, hakikat başka”

O günlerde Almanya’dan kovulmak ya da ölmek tehdidiyle karşı karşıya olan Yahudi Akademisyenler, Frankfurt Tıp Fakültesi Patoloji Enstitüsü öğretim üyelerinden Prof. Dr. Philipp Schwartz öncülüğünde Notgemeinschaft deutscher Wissenschaftler im Ausland - NdWA (Yurtdışındaki Alman Bilim Adamlarına Yardım Cemiyeti) adlı bir cemiyet kurarak yurt arayışlarını hızlandırmışlardır.

Atatürk’ün üniversite reformundan ve Malche’den istediği rapordan haberdar olan Prof. Albert Einstein ve Prof. Philippe Schwartz, Prof. Malche ile temasa geçer.

Bu arada Almanya’da temizliğe devam eden Hitler’in istihbaratı da boş durmamaktadır. Türk hükümetinin kendisinin kovduğu kişilerle temas kurduğunu öğrenen Hitler 8 Mayıs 1933 günü Berlin’deki makamına öfkeyle gelerek “Benim ortadan kaldırmak istediğim bu Yahudi alayı’nı Mustafa Kemal koruyamaz. Buna müsaade veremem.” diye tehditte bulunur ve Atatürk’e “Bu komünist profesörleri ülkenize sokmayınız” mesajı gönderir.

Atatürk cevabı hiç uzatmaz: “Bu onbaşı beni cinayetlerine alet edemez…”  

Bunun üzerine Türkiye’ye sığınmak ve Türk Üniversitelerinde görev yapmak isteyen Alman profesörlerle ilgili işlemler hızlandırılır. 5 Temmuz 1933 günü NdWA başkanı Prof. Philipp Schwartz,  Prof. Albert Malche ve Prof. Rudolf Nissen ile beraber İstanbul’a gelir ve anlaşma imzalanır.

Takip eden aylarda Prof. Albert Einstein İstanbullu Dr. Samy M. Gunzberg’e, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Makamına sunulmak üzere yazdığı 17. Eylül. 1933 tarihli mektupla,  ekindeki listelerde adları ve kısaca özgeçmişleri belirtilen Tıp Profesörlerinin Türkiye’ye “yerleşerek icrayı sanat etmelerine müsaade buyurulması için müracaat” eder. İngiltere ve Fransa’nın Nazilerden çekindikleri için “vizeleri yok” bahanesiyle geri çevirdiği; ABD’nin kabul etmekte tereddüt ettiği dönemde, hepsi birbirinden değerli uzmanlar ve hocalar Atatürk’ün  özel talimatıyla yanlarına ailelerini, asistanlarını alarak Türkiye’ye gelir ve üniversitelerde, müzelerde, hastanelerde, laboratuvarlarda özgürce çalışmaya, bilimsel araştırmalar yapmaya başlar.

Türkiye’de bu olumlu gelişmeler gerçekleşirken Hitler, İkinci Dünya Savaşı’nı başlatmıştır ve Nazi zulmünden kaçarak Türkiye’ye iltica eden bilim adamlarının ülkemizde ikametlerinden hala tedirgindir. Alman Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Herbert Scurla 1939 yılında Türkiye’ye gelerek   “Bu bilim adamlarını bize geri veriniz. Size Almanya’nın en parlak beyinlerini gönderelim” mesajını iletir.   Atatürk ölmüştür ve iktidarda 8 sene sonra Türkiye'nin sağ- muhafazakar-faşist partilerini kuracak olan kadrolar vardır.  Profesörleri geri vermeseler de Türkiye'de çalışma ve yaşamalarını sağlayan, koruyan, kollayan Atatürk zihniyetinin yokluğunda, ülke olarak bilim adamlarının korunması refleksi gevşer. Hızla ve dalga dalga bu değerli bilim adamları dünyanın başka ülkelerine göç etmek zorunda kalırlar. Aralarından bir kısmı ağırlaşan koşullara rağmen burada oluşturdukları bağlardan vazgeçmez ve görevlerine devam ederler. Savaş sona erdiğinde hala hayatta kalanlar ise giderek sağ-muhafazakar-faşist zihniyetin yeniden hakimiyet kazandığı Türkiye'de daha fazla dayanamazlar ve terk etmek zorunda kalırlar.

Atatürk'ün yaşaması halinde varılmayacak olan bu istenmeyen son hariç Yahudi profesörlerin ülkede huzur içinde çalışmış ve araştırmalar yapmışlardır. Türk üniversitelerinde görev yapan ve kalıcı eserler bırakan bu Yahudi Akademisyenlerin   girişimiyle Türkiye’de; tıptan mühendisliğe, tarımdan edebiyata, müzikten güzel sanatlara hemen hemen tüm dallarda üniversiteler, fakülteler, kürsüler kurulmuş ve bir sonraki kuşak bilim adamları yetiştirilmiştir. 

Bilimin ışığından korkan tüm rejimlerde olduğu gibi bilim ve bilim adamları her zaman faşizimin ve cehaletin ilk hedefi olmuştur. Çünkü akıl, karanlıklarını açığa çıkartır. 85 sene önce Hitler faşizmi ne yaptıysa, bugün Tayyip faşizmi de aynı  yolun yolcusudur. 

Türkiye'nin Osmanlı'nın karanlık cahilliğinden mucize denilebilecek kadar kısa bir süre içinde çıkmasını borçlu olduğu lideri, bilim aşığı Atatürk,1933 yılı Cumhuriyet Bayramı açılış konuşmasında; "Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında belki gayelere tamamen erişemediğimiz fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar." derken aynı yıl  Hitler o bilim adamlarından korkmuştu. O cahil onbaşı bile eğer bugün yaşasaydı akademisyenlere belki o günkü aklıyla değil, 21.yüzyıl aklıyla bakmayı becerebilirdi ama bizim kantin çavuşu neredeyse bir asır sonrasında bile cehaletinin karanlığında, kıskançlıktan kıvranarak sanatçıları, bilim adamlarını, akademisyenleri yok etme gayretine girmiş zavallı bir psikozda. 

Hiç bir narsist, narsist olmayı hak etmez etmesine ama, bazıları hele akademik eğitimden, sanattan, hayatın estetik alanlarından nasibini hiç almadan narsisisitik kişilik geliştirmiş bir "bozuk persona" hiç mi hiç hak etmez.

Ne var ki yana yana çıkacaktır yine karanlıklar aydınlığa.

Mustafa Altıoklar

NOT: Bu yazının önemli bölümü Prof.Arnold Raisman'ın Nazizmden Kaçanlar ve Atatürk'ün Vizyonu adlı değerli araştırma kitabından alınmıştır.