23 Ağustos 2013 Cuma

ŞARLO'NUN MEKTUBU

"özür dilerim ben imparator olmak istemiyorum. bu beni ilgilendirmiyor. hükmetmek veya işgal etmek istemiyorum. herkese yardım etmek istiyorum. yahudi , katolik , siyah, beyaz. hepimiz birbirimize yardım etmek istiyoruz. diğerinin mutluluğu hepimizi mutlu ediyor. hiç kimseden nefret etmiyoruz. hiç kimseyi aşağılamıyoruz. bu dünyada herkese yer var. dünyada herkesi doyuracak kadar zenginlik var. hayat hür ve güzel olmalı. biz doğru yoldan çıktık. iktidar hırsı insan ruhunu zehirledi, nefret duvarları ördü. bizi mutsuzluğa ve insan kıyımına mahküm etti. hızı keşfettik ama yerimizde sayıyoruz. makineleşme bolluk yerine yokluk getirdi. bilgimiz bizi saygısız ve yobaz yaptı. çok düşünüp az hissediyoruz. makineden çok insanlığa ihtiyacımız var. beceriden çok iyiliğe ihtiyaç duyuyoruz. aksi takdirde şiddet galip gelecek ve hayat yok olacak. uçak ve radyo bizi birbirimize yaklaştırdı. bu icatların temelinde iyilik kardeşilik ve beraberlik var. şu anda sesimi milyonlarca insan duyuyor. umutsuz kadın, erkek ve çocuklar... masum insanlara işkence yapan , hapse atan bir sistemin kurbanları onlar. beni duyanlara sesleniyorum. umutsuzluğa kapılmayın!!!

mutsuzluğumuzun sebebi hırslı kişilerin insalığın ilerlemesinden korkmasıdır. nefret geçer , dikatatörler ölür. halktan aldıkları iktidar halka geri döner... insanlar ölür , hürriyet ölmez!
askerler !
zorbalara itaat etmeyin. onlar sizi eziyor...
düşünce ve hareketlerinizi planlıyor... sizin koyun yerine koyuyorlar!!
insanlıktan çıkmış beyni ve kalbi makineleşmiş kişilere teslim olmayın... siz ne makine ne koyunsunuz!!! sizler insansınız!!!
kalbinizde insanlara aşk besliyorsunuz. sizde nefret yok. sevilmeyen insan kin besler. askerler , esirlik için değil , hürriyet için savaşın. aziz luke 'ün dediği gibi cennetin kapıları insana açıktır. bir kişiye , bir gruba değil herkese açıktır.
güç sizin halkın elindedir... makine ve mutluluk yaratma gücü... bu güçle yaşamı hür ve güzel yapın! harika bir maceraya dönüştürün! demokrasinin verdiği bu gücü kullanalım. birlik olup harika bir dünya yaratalım. herkese iş sağlayan , gençlere umut, yaşlılara garanti veren bir dünya. yobazlar bunları vaat ederek iktidarı aldılar. yalan söylediler. zaten asla sözlerini tutamazlar. diktatörler , kendi hırsları için halkı köleleştirir... biz bu vaatleri yerine getirmek için savaşalım. dünyayı kurtaralım. milli engelleri yokedelim. hırs, kin ve yobazlığı yürürlükten kaldıralım. aklın idare ettiği bir dünya için savaşalım. bilim ve ilerleme herkese mutluluk getirsin.

askerler, demokrasi uğruna birlik olalım!"


Charlie Chaplin

17 Ağustos 2013 Cumartesi

ADALET VE ANAYASA TASLAK METİN

ŞİMDİLİK DÜZENSİZ NOTLAR VE BİLDİRİMLER BU ŞEKİLDE.. SİZLERDEN GELDİKÇE ŞEKİLLENDİRECEĞİM.. BİLDİRİMLERİNİZ AŞAĞIDAKİ MADDELERLE İLGİLİYSE NUMARASINI BELİRTEREK YAZIN LÜTFEN.
Adalet, vicdanın temelidir. “Adalet mülkün temelidir” lafı doğrudur ama kapitalistler tarafından yanlış anlaşılmıştır. Sadece evlerimiz, tarlalarımız değil; vücudumuz, fikirlerimiz, emeğimiz, hafızamız, irademiz, arzularımız ve zamanımız da birer mülktür. Kimse kimsenin bedenini, fikrini, emeğini, zamanını zorla ve/veya şartları zorlayarak sömüremez, çalamaz. Kimse kimsenin hafızası, iradesi ve arzuları üzerinde baskı kuramaz. Kapitalizmin inanmak istediğinin tam aksine, esas mülk bunlardır. Bu mülklere sahip çıkıldıktan sonra, zaten hiç kimse kimsenin sırtından artı-değer kazanıp haksız “servet” sahibi olamaz. Herkes emeği, fikirleri, yetenekleri ve gereksinimleri doğrultusunda bilinen anlamıyla “mülk” sahibi de olabilir ama bu “mülk” doğal olarak dengeli ve adil dağılacaktır. 
2.     Şeffaflık, güvencedir.
3.     Anayasa sokaktan çıkmalı, sivil ve net olmalıdır.
4.     Anayasa çoğulcu olmalı, toplumsal barışı yaymalıdır.
5.     Anayasa bir devletin temel kurumlarının nasıl işleyeceğini belirleyen yazılı belgelerdir. Ayrıca kişisel hak ve özgürlükler bu belgede belirlendiği için çoğunluğun yönettiği bir toplumda iktidarda olanların sınırlarını da belirlemelidir.
6.     Anayasa çoğunluk tiranlığının kurulmasını engelleyecek bir devlet organı olmalıdır.

7.     Yargı bağımsız olmalıdır. Adalet bakanı ve Müsteşarı HSYK’da olmamalıdır.

8.     Hukukta kadrolaşmaya engel olunmalı,iktidarın HSYK'ya üyeliği imkansız kılınmalı.
9.     Fırsat eşitliği
10.  Liyakat(Meritokrasi)
11.  Meritokrasi,demokrasi dışı bir rejimdir,hiçbir özgür ülkeye yakışmaz.
12.  Liyakate dayalı bir Kamu yönetimi uygulanması için yazıldı kadrolaşmann ve kayırmann olmadığı fikir vermesi için
13.  Pozitif ayrımcılık
14.  Temsilde adalet.. Seçim barajı
15.  Gelir dağılımı! & Dolaylı vergi!
16.  Mahkemelere adalet talep etmek için başvuran halktan kesinlikle harç parası alınmamalı ücretsiz olmalıdır
17.  Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılsın.
18.  Düşünce ve ifade özgürlüğü güvence altına alınmalıdır. Toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne sadık kalınarak uygulanmalıdır.

19.  Basın özgürlüğü sağlansın. Tutuklu gazeteciler serbest bırakılsın.

20.  Din ve vicdan özgürlüğü korunsun, her inanca eşit imkân tanınsın.

21.  Tutuklu öğrenciler serbest bırakılsın.

22.  Özel Yetkili Mahkemeler demokrasiyle bağdaşmaz. Kaldırılsın.

23.  Gizli tanık uygulamasına son verilsin. Yasa dışı dinlemeler kanıt olarak kullanılamasın.

24.  Faili meçhul cinayetler çözümlensin. 

25.  AF……Affedelim birbirimizi. Bağışlayalım. Geçmişin üstüne çekelim bir sünger. Toplum olarak barışmak için önce küs olduğumuzu kabul etmeniz gerekiyor.

26.  CHP eğer gerçekten halkın partisi olmak ve halkın tamamıyla barışmak istiyorsa küslüğümüzü iyi analiz etmeli, Cumhuriyet’i kuran parti olarak özeleştiri yapmalı. Kürt meselesiyle, Dersim meselesiyle, Sivas olaylarıyla, ikna odalarıyla, 27 Mayıs’la, 28 Şubat’la, 27 Nisan’la ve sayamadığımız ama özetle toplumda travmalara neden olan tüm olaylarla ilgili partinin yaptıklarını/yapmadıklarını toplumun saygı duyduğu kişilerle ve evet, akil insanlardan oluşan bir komisyonla incelemeli. Sonucunda özür dilemek gerekiyorsa özür dilemeli; haksızlığa uğradığı ispatlanmışsa halkla paylaşmalı. Geçmişiyle yüzleşmeli, hesaplaşmalı ve bunu şeffaf bir biçimde yapmalı.

27.  Laikler, konjonktürel de olsa, Cumhuriyet’in mağdur ettiği kesimlerle barışmalı. Dindarlar konusunda samimi olduğunu göstermeli. Bunu artık bir siyasi malzeme olmaktan çıkarmak adına gerekli yasa/yönetmelik tekliflerini bizzat laikler vermeli.

28.  Başlangıç olarak başörtüsünün üniversitelerde ve kamu kurumlarında kullanılmasına olanak sağlanmalı.  Kılıçdaroğlu; “Bunlar toplumsal uzlaşma ile çözülür” demiştiniz. İşte o toplumsal uzlaşma gerçekleşiyor. Uzlaşmanın siyasi adımlarını da siz atın.

29.  Kimliklerden dini inanç ibaresi kaldırılmalı.

30 Eğitimde fırsat ve imkan eşitliği şarttır
31.  Eğitim özerk, parasız ve zorunlu olmalıdır. 
32.  Eğitim devlet eliyle yürütülür ve her birey eğitim alma hakkına sahiptir.
33.  Yeni anayasa çalışmaları kapalı kapılar ardından çıkartılmalıdır. Parklarda forumlarda madde madde halka anlatılmalı, tartışılmalı, sokağın sesi dinlenmelidir. Digital dünyada bunu organize etmek hiç de zor değildir.
 34.  hiç kimsenin öteki hissetmeyeceği bir adalet sistemi kurulmalı.

15 Ağustos 2013 Perşembe

Demokrasi farklılıkların haklılığıdır, çünkü doğru, noktadan çıkar. Seninle direneceğim!

Demokrasi Yunanca dimos=halk ve kratos=iktidar sözcüklerinden türemiştir ve halk iktidarı demektir. Teoride demokrasi; tüm vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Ne var ki demokrasi tarihler boyunca, sürekli olarak genişletilse de, uygulanması ülkeye değişmektedir. Örneğin Fransız Devrimi’nden sonraki seçimlerde oy verme hakkı sadece belli miktarda vergi verebilen vatandaşlara tanınmış, ABD’de güney eyaletlerinde siyah ırk ilk kez 60'larda oy kullanabilmiştir. Seçimlere tam katılım hakkı ise 20. yüzyıla kadar hiçbir ülkede verilmemiştir. Osmanlı döneminde, meşrutiyetin ilanıyla birlikte çok partili bir rejim uygulaması yapılmış ancak kadınlara seçme seçilme hakkı tanınmamıştır. İttihat Terakki Partisi ve Hürriyet İtilaf partileri II. Meşrutiyet döneminde kıyasıya yarışmışlardır. Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla birlikte Osmanlı meclisleri kapatılmış ve 1923’te Cumhuriyetin ilanıyla birlikte demokrasiye geçiş çabaları yeniden başlamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında hızla çok partili döneme geçme girişimleri yapılsa da, İslam coğrafyasında yepyeni bir sistem olan cumhuriyet ve onunla birlikte işlerlik kazanan modernleşme hamleleri nedeniyle sistemin oturması 40’lı yılların ortalarına kadar uzanmıştır. Cumhuriyetin kurulduğu 1923’ten itibaren, 1945’e kadar süren ve “tek parti dönemi” adı verilen dönem, aslında, görünürde tek parti iktidarı olsa da, gerçekte geniş tabanlı bir koalisyondur. Nitekim 1937 yılında Başbakan olan Celal Bayar, CHP içinden ayrılan arkadaşlarıyla birlikte Demokrat partiyi kurmuştur. Başka bir deyişle, tek parti denilen CHP’nin içinde, CHP ilkelerinin tamamına ya da en azından bir kısmına muhalif, sağcı, liberal hatta muhafazakâr pek çok isim başbakanlık, bakanlık yapmıştır. Özetle Türkiye Cumhuriyeti çoğulcu demokrasiye geçişte olabildiğince seri davranmaya çalışsa da, bu kez askeri darbelerle yol kazalarına uğramıştır. Her şeye rağmen, örneğin, kadınlara seçme hakkı, Atatürk’ün eşitlikçi anlayışı sayesinde ülkemizde birçok batı ülkesinden 25 yıl önce 1930 yılında tanınmıştır. Bu kısa tarihçeden sonra demokrasi tanımına dönecek olursak; demokrasiye yapılan atıflarda görüleceği üzere, halkın kendi kendini yönetmesi temel dayanaktır. Bu ise halk adına karar alacak, halkı temsil edecek kişileri oy vererek seçen bir sistemle gerçekleşmektedir. Bununla birlikte demokrasinin evrensel tanımında, sadece seçim ve oy sandıkları değil; plesibit gibi, referandum gibi doğrudan etki yoluyla veya sivil toplum kuruluşlarının etkin kılınması, miting, gösteri gibi dolaylı yollar da yer almaktadır.

Demokrasi ilk olarak eski Yunanistan'da, şehir-devletlerinde uygulandı. Teoride bütün yurttaşlar mecliste oy verme ve fikrini söyleme hakkına sahipti fakat uygulamada kadınlar, köleler ve o şehir-devletinde doğmamış olan yabancılar bu haklara sahip değillerdi.

Roma İmparatorluğu döneminde uygulanan devlet sistemi, temsili demokrasiye yakın bir nitelik taşımaktaydı ama demokratik haklar genellikle sosyal sınıf ayrımına göre şekillenirdi ve güç elitlerin elindeydi.

Orta çağda demokrasinin gelişme süreci içindeki en büyük olay İngiltere'de kralın yetkilerini din adamları ve halk adına sınırlayan Magna Carta Libertatum'un (Büyük sözleşme) ilan edilmesidir. Bu belge doğrultusunda ilk seçimler 1265 yılında yapılmıştı. Fakat bu seçimlere, yapılan kısıtlamalar sebebiyle, halkın çok az bir bölümü katılabilmişti. Birçok ülkede devlet yönetiminde zaman zaman demokrasiye benzer uygulamalar yapılmıştı. Fakat hepsinde demokrasiye katılım erkek; olma, belli miktarda vergi verme gibi standartlarla kısıtlanıyordu.

18.yy demokrasinin sıçrama yaptığı yüzyıl olmuştur. Yukarıda sözü edilen sınıfsal kısıtlamaların kaldırılması için aydınlanma çağını bekleyen dünya, giderek Kalkınmacı Demokrasi’yi  bireyin ve toplumun gelişiminde esas saymıştır. Jean-Jacques Rousseau’ ya göre, bireyler ancak, toplumun kararlarına doğrudan ve sürekli olarak katılımları halinde 'özgür' olabilirler. Kalkınmacı demokrasinin, Liberal Demokrasi’ye daha yakın hali ise John Stuart Mill tarafından dile getirilmiştir. Mill’e göre demokrasinin en büyük yararı, vatandaşların siyasi hayata katılımlarını sağlayarak, onların anlayışlarını ve duyarlılıklarını güçlendirmesidir. Bu yüzden kadın olsun, fakir olsun herkesin oy verme hakkının olması gerektiğini savunur. Fakat bu oy hakkını ‘eşit’ olarak savunmamıştır. Örneğin vasıfsız işçinin bir oy, vasıflı işçinin iki oy, donanımlı meslek sahiplerinin ise beş oy hakkına sahip olması gerektiğini, böylelikle demokraside “çoğunluğun tiranlığı” korkusunun giderileceğini savunuyordu. Basitçe herkesin oy hakkının olmasını savunurken çoğunluğun verdiği kararların her zaman doğru olmayabileceğini de belirtiyordu.

18. ve 19. yüzyıllarda demokrasi, Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi ve Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi ile hızla yükselen bir değer haline gelmiştir. Amerika'nın kurulmasını sağlayanların oluşturduğu sistem ilk liberal demokrasi olarak tanımlanabilir. 1788 yılında kabul edilen Amerikan Anayasası, hükûmetlerin seçimlerle kurulmasını ve insan hak ve özgürlüklerinin korunmasını sağlıyordu. Amerikan İç Savaşı'nın ardından 1860'larda yapılan değişikliklerle kölelere özgürlük sağlandı ve demokrasinin temel ilkelerinden biri olan oy verme hakkı  tanındı. Ancak güney eyaletlerinde siyahlar 1960'lara kadar oy verme hakkını kullanamamışlardır. 1789 Fransız Devrimi'nde ise bir anayasa hazırlanarak iktidar halkın seçeceği bir parlâmento ile kral arasında paylaştırıldı. Ulusal Konvansiyon hükûmeti genel oy ve iki dereceli bir seçimle iş başına geldi. Fakat ilerleyen yıllarda Napolyon'un başa geçmesiyle demokrasiden oldukça uzaklaştı.

19.yy’ın sonlarına doğru aslında fikir babası Platon olan eski bir öğreti yeniden tartışılır olmuştur: Elitizm…  Platon (M.Ö 427-347) filozof kralların iktidarda olmasını önermiştir. 19.yy’da ise Vilfredo Pareto (1848-1923) ve Gaetano Mosca (1857-1941), Klasik Elitizm adı verilen bir önermeyle, elit yönetiminin toplumsal hayatın kaçınılmaz ve değiştirilemez bir gerçeği olduğunu ileri sürmüştür. Mosca toplumu "yöneten" ve "yönetilen" olarak iki sınıfa ayırmıştır. Modern dönemde ortaya çıkan Demokratik Elitizm’e göre, seçmenlere gene oy kullanma hakkı verilmiştir ama bu sadece hangi elitin kendilerini yöneteceklerini seçmek içindir. Demokratik Elitizm, seçilme hakkını kısıtladığı için demokrasinin zayıf bir görüntüsü olarak kabul edilmiştir.

20. yy’da demokrasi hızlı bir değişme ve gelişme göstermiştir. I. Dünya Savaşı'nın sonunda Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluklarının yıkılmasıyla birçok yeni devlet ortaya çıkmış ve bununla birlikte 1917 Ekim Devrimi’yle birlikte dünya Komünizm ve Marksizm’le tanışmıştır. Marksizm; toplumu sınıf tabanlı düşünen ve gerçek demokrasinin ancak sınıf farklılıkları kaldırıldığı zaman olabileceğini iddia etmiştir. Yani; demokrasi, için siyasi eşitliğin yeterli olmadığını bunun yanında sosyal eşitliğin de sağlanması gerektiği savunmuştur. Ne var ki pratikte eşitlik ilkesi kısmen yaygın olarak uygulansa da, sistemin özgürlükleri alabildiğine baskı altına aldığı kısa süre içerisinde gözler önüne serilmiştir.

1929 yılında ortaya çıkan Büyük Buhran döneminde AvrupaLatin Amerika ve Asya'da birçok ülkede diktatörler ortaya çıktı İspanya, İtalya, Almanya ve Portekiz’de faşist diktatörlükler ortaya çıkmışken, Baltık ve Balkan ülkelerinde, KübaBrezilyaJaponya’da demokratik olmayan yönetimler iktidara geldi. Bu sebeple 1930'lar Diktatörler çağı olarak nitelendirilir.

II. Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgecilik anlayışı son buldu ve birçok bağımsız ülkenin ortaya çıkmasıyla Batı Avrupa'da demokratikleşme hareketleri  yoğunlaşmıştır. Almanya, İtalya, İspanya ve Japonya'da diktatörlükler son bulmuştur. Bununla birlikte 20. yüzyıldaki en büyük çekişmelerinden biri de aynı dönemde başlamıştır; Soğuk Savaş... Sovyet Bloğu ülkeleriyle Batı demokrasileri arasında gerçekleşen  Demokratik olmayan  ve komünizmi yaymaya çalışan Sovyet Bloğu ile demokratik kapitalizmi yaymaya çalışan ABD liderliğindeki Batı Bloğu arasındaki çekişme 1989 yılında Sovyet Bloğunun çökmesiyle son bulmuştur. Francis FukayamaTarihin Sonu adlı makalesinde, Soğuk Savaşın bitmesiyle artık liberal demokrasinin tüm dünyada yayılacağı haberini verir. Ne var ki liberallerin tanrısı olan Fukuyama’nın bu öngörüsü 20 yaşına gelmeden tarihin çöplüğüne yollanmıştır. Avrupa ülkelerinin ardı ardına ekonomik kriz nedeniyle iflasın eşiğine gelmesi Fukuyama’nın öngördüğü ve dünyanın bütün liberallerinin kutsal metin kabul ettikleri “Tarihin Sonu”nun gelmediğini; tarihin eşitlik ve adalet yolunda benzersiz bir çağa girdiğini, acılı bir gülümseyişle kapitalizmin zafer ifadeli suratına sert bir şamarla çarpmıştır. Tüketim toplumu modelinin tükettikçe kendini tüketmesi döngüsü, tüketimin durduğu anda kapitalistleri panik ataktan, panik yataklara düşürürken, yarattıkları tüketim krizinden çıkışı; “al-ver, al-ver, ekonomiye can ver” sloganıyla pompalamaya çalışacak kadar yüzsüzleşmelerine de neden olmuştur. Tüketimin tüketerek batağa sapladığı ekonomilerini kurtarmak için reçete olarak yine tüketimi pompalamayı pazarlayacak kadar kalp ve matematik yoksunu bu kibirli liberal zihniyet, frensiz egolarının kendilerini dahi düşürdüğü “mutsuz birey” profilinden çıkışı ise, yeni kuşak antidepresanlarla, turistik/mistik yolculuklarda aramaktadır. Şimdi geriye dönüp kapitalizmin ve haliyle liberalizmin ”ben nerede yanlış yaptım” demesinin zamanıdır.

Demokraside önceliğin özgürlüğe mi yoksa eşitliğe mi verilmesi gerektiği tarih boyunca tartışılmış ve tarih, bu ikisini bir arada tutacak sistem teorisini üretme çabalarıyla sıklıkla karşılaşmıştır. Son yıllarda insan hakları vurgulu çağdaş demokrasilerde iki tür demokrasi ön plana çıkmaktadır:

1. Liberal Demokrasi
2. Sosyal Demokrasi

21.yy’da giderek yaygınlaşan demokrasi türlerine geçmeden önce, demokratik olduğunu iddia eden üç sistemden bahsetmek gerekmektedir.

Çok farklı demokrasi önermelerine karşın demokrasi tecrübeleri sonunda Liberal ve Sosyal Demokrasiler diğerlerine oranla daha yaygın olarak tercih edilmişlerdir.

1.     Liberal demokrasi; liberal terimiyle bireyci para politikalarını; demokrasi terimiyle bireyin özgürlüğünü, siyasi eşitliğini ve yönetimlerin adil seçimlerle iktidara geldikleri sistemi tarif etmektedir.

2.     Sosyal demokrasi; sosyal terimiyle toplumcu para politikalarını; demokrasi terimiyle bireyin özgürlüğünü, siyasi eşitliğini ve yönetimlerin adil seçimlerle iktidara geldikleri sistemi tarif etmektedir.

Kolaylıkla görüldüğü üzere her iki sistem söz konusu “para politikaları” olunca ayrışmakta ve düşman kardeş kesilmektedir.

Liberal Demokrasi; neredeyse sınırsız özgürlüklerle yaratılacak olan ortamda, yetenekliler ve yaratıcıların lokomotif görevini üstlendiği ve onların girişimleriyle, toplumun geri kalanının da refah seviyesinin yükseleceği öngörmektedir. Liberallere göre liberal demokrasi tüm dünyaya hakim olmaya başlamıştır ve siyasi evrimin sonu bu nedenle gelmektedir. Artık ideolojik savaşlar olmayacaktır çünkü liberalizm yeryüzünde cenneti getirmektedir. Oysa pratikte liberal demokrasi; ticari ilişkilerinde sınırsız bir serbestlik talep eden kapitalist ekonomik sisteminde temel taşı olarak gördüğü tüketim toplumlarının rekabetle formatlanmış bireylerine mutluluk ve refah değil, narsisistik kişilik bozuklukları, psikoz, depresyon ve burnout sendromu gibi psikolojik hastalıklar ve onlara bağlı; hipertansiyon, koroner kalp hastalıkları, diabet, ösefajiel reflü, ağrılı kas sendromları, cinsel fonksiyon bozuklukları gibi psikosomatik hastalıklarla birlikte; sosyal ve güçlünün, varsılın lehine işleyen bir sosyal dengesizlik getirmiştir.  

Sosyal Demokrasi; insan onuruna en yakışan, toplumsal dayanışmanın her alana yayıldığı, gelirin adaletli dağıldığı, eşitlikçi bir rekabet ve hakça paylaşımla toplumun tamamının refah seviyesinin yükseleceği öngörmektedir. Marxistler'e göre sosyal demokrasi, sosyalizm ve nihayetinde komünizm siyasal ideolojilerin sonunu getirecektir ve aynen liberallerde olduğu gibi yeryüzünde cenneti vaat etmektedir.. Oysa pratikte sosyal demokrasi; rekabeti minimuma indirme gayretiyle yaratıcılık ve girişimcilik alanında geri kalmakla suçlanmış; bu alanda “eşitlik” kavramının, yeteneklilere haksızlık olduğu suçlamasıyla, aşağılayıcı bir terim olan “alturizm”le etiketlenmiştir. Bununla birlikte devletin “kontrolör” görevini yüksek seviyede tutmasıyla özgürlükler kısıtlanmış; eşitlik adına kaliteli yaşam biçimi ve seviyesinden ödün verilmiş; devlet-rüşvet yolsuzluğu sistemini işletmiştir. Gerçi tüketim toplumunun akıbeti olan ve yukarıda anılan hastalıklar söz konusu olmamıştır ama yaşam kalitesi de toplumun hiçbir kesimi için üst düzeyde yaşanamamıştır.

İngiliz İşçi Partisi Genel Başkanı Tony Blair, parti tüzüğünden devletçiliği kaldırıp, serbest piyasa ekonomisine geçeceklerini deklere ettikten ve özelleştirmenin önünü açtıktan sonra seçimlerde umulmadık bir başarı elde ederek partisini iktidara taşımıştır. İngiliz seçmenlerin büyük ölçüde benimsedikleri ve Blair’in 3.yol adını verdiği Sosyal Liberalizm; Amerikan Başkanı Demokrat Bill Clinton'dan ve Alman Sosyal Demokrat lider Gerhard Schröder’den de destek bularak, bu kez gerçekten tarihin sonunun geldiğini müjdelemiştir.  Blair, Clinton ve Schröder kendi dönemlerinde ülkelerine bir nevi altın çağı yaşatmış olmalarına rağmen bugün Avrupa neden hala arzulanan ideolojik sisteme kavuşamadığını tartışmaya başlamıştır. Ne klasik liberalizm, ne sosyal liberalizm ne, liberal sol, ne komünizm, ne sosyalizm, ne post-Marksizm ne de sosyal demokrasi dünyaya beklenen mutluluğu ne yazık ki getirememiştir.

Liberal ve Sosyal Demokrasilerin açmazları, Gezi Ruhunda yepyeni bir demokrasi tanımının yapılması gerekliliğini önümüze koymuştur. Bu anlamda Liberal ya da Sosyal Demokrasilerden farklı olarak, Çoğulcu Demokrasi kavramı, son günlerde Türkiye'de sıkça tartışılan bir kavram haline gelmiştir.


Pluralist Demokrasi:  James Madison denetimden uzak demokratik sistemlerin, giderek otokratikleşebileceğini, bireysel hakların ihlal edileceği bir "çoğunlukçu" (Majoritarianism) sisteme dönüşme riskinin olduğu savıyla Çoğulcu Demokrasi önermesini ortaya atmıştır. Çoğulcu demokrasi’nin işlerliğinin olabilmesi için ise; (1) güçler ayrılığı ilkesi, (2) federalizm ve (3) iki meclisli bir hükûmet biçimi önermektedir. Böyle bir sistem, toplumdaki farklılığın ve "çokluluğun" varlığını tanımasıyla, çoğulcu demokrasinin ilk gelişmiş ifadesi olarak kabul edilmiştir.




Güçler ayrılığı İster demokratik, isterse demokrasi dışı bir devlet yönetimi biçimi söz konusu olsun; iktidarlar üç kavram üzerinden yönetimlerini sürdürürler: (1)Yasama (2)Yürütme ve (3)Yargı… Özgürlükçü ve eşitlikçi demokrasilerde bu üç kurumun birbirlerinden bağımsız ve eşdeğer güçte olması ve yek diğerini denetleyebilmesi, otokrasiyi yani, iktidarın tek elde toplanmasını engellemek adına hayati öneme sahiptir. İktidarın bu üç kurum arasında paylaşımı; demokratik yollarla iktidara gelen kişiler ya da partilerin kendi diktatörlüklerini kurma heves ve girişimlerinin dünyayı sürüklediği felaketlerden elde edilen tecrübeler üzerine geliştirilmiştir. Güçler ayrılığı ilkesi ile karşılıklı denetimin önemi, özellikle Adolf Hitler’in demokratik yollarla iktidara gelmesinden sonra, Yasama, Yürütme ve Yargı’yı tekelinde toplayarak dünyayı yangın yerine çevirmesinden sonra anlaşılmıştır. Tehlike, ne yazık ki, bugünün dünyasında da geçmiş, geride bırakılmış değildir. Dr. Mehmet Emin Akgül; "farklı aktörlerin değişik yetki ile donatılması, aktörlerden birinin aşırı güçlenmesi durumunda diğerinin direnme ve kendi yetkilerini koruyabilmesi kuvvetler ayrılığının belirgin özelliğidir." demektedir.

1.     Güçler ayrılığı korunmalıdır, şarttır.
2.     Yasamanın içinden çıkan bir yürütme varsa güçler ayrılığından bahsedilemez.
3.     Yasamanın yürütmenin kontrolüne girme olasılığı her zaman mevcuttur.
4.     Yasama ve yürütme ayrı ayrı seçilmelidir.
5.     Yasama STK’larla yakın temasta çalışmalıdır. 
6.     Yürütme tam şeffaflıkla çalışmalıdır.
7.     Yürütme; yasama ve yargının "dengi" değil, gerisinde olmalıdır.
7.     Yargı tam bağımsız olmalıdır. 
8.     HSYK’ya Adalet Bakanı ya da müsteşarı katılmamalı, üyeler Baro’lar tarafından seçilmelidir
9.     Yargıçlar ve savcılar da sıradan vatandaşlar kadar kolaylıkla yargılanabilmelidir
10.   Askeri Yargı kaldırılmalıdır
11.   Anadilde savunma şarttır

Parlamento: Demokratik parlamenter sistemde güçler ayrılığı ilkesindeki “yasama” görevini üstlenen kurumdur. Parlamento ya da meclis; adil rekabet, adil seçim ve eşit oylama ilkeleriyle halkın temsilcilerini özgür seçimlerle belirleyerek oluşturduğu bir kurumdur. Meclis sistemleri hem nitelik hem de nicelik olarak her ülkede farklı gelişmiştir. Tek meclisli sistem, çift meclisli sistem ve başkanlık sistemi gelişmiş demokrasilerin en çok tercih ettiği sistemlerdir. Meclislerin işlevleri; yasama, temsil, denetleme ve meşruluktur.

1.     Seçim barajı kaldırılmalıdır. Sıfırlanmalıdır. Milli irade meclise tam yansımalıdır.
2.     Parlamenter seçimler retina taraması, parmak izi karşılaştırması vs gibi mükerrer ya da sahte oy         kullanımını önleyecek ve %100 digital olan ve on-line denetlenebilecek bir sisteme kavuşturulmalıdır   
3.     Tek meclisli sistem, Çift meclisli sistem ve Başkanlık sistemi tartışılmalıdır
4.     Yürütme: merkezi yönetim yerine eyalet sistemi, eyalet meclisleri ve eyalet hükümetleri tartışılmalıdır
5.     Yasama: merkezden değil, yerinden (herkesten/yerel) olmalıdır. (eyalet sistemi)

Siyasi Partiler: Partiler vatandaşların temsil işlevi için kullanılan araçlardır. Demokratik ülkelerde siyasi parti bireylerin aktif siyaset yapacakları alanlardan biri ve en önemlisidir. Ülkelerdeki seçim sistemlerine göre iki partili sistem ya da çok partili sistemler söz konusudur. İngiltere’deki gibi iki partinin ağırlıklı olduğu sistemler, seçmenlerin çoğunluğunun bulunduğu ‘orta alandaki’ bir yoğunlaşmaya yol açma ve daha radikal düşünceleri dışlama eğilimindedir. Her bir partinin çok sayıda görüşü temsil ettiği düşünülür. Çok partili siyasi sistemlerde ise düşünceler daha doğrudan temsil edilir. Dinsel, etnik veya sınıfsal düşünceleri temsil ettiğini düşünen partiler de bulunur. Bu sistem halkın egemenliğinin meclise daha fazla yansımasını sağlarken, mecliste farklı görüşlerde bulunan birçok parti olduğu için istikrarın sağlanmasını güçleştirdiği iddialarıyla suçlanmaktadır.

1.    Siyasi partiler yaşlıların ve erkeklerin egemenliğinden kurtarılmalıdır.
2.    Delegelerin  %50'si her daim 40 yaş altında olmalıdır 
3.    Milletvekillerinin %50'si her daim 40 yaş altında olmalıdır
4.    Delegelerin  %50'si her daim kadın olmalıdır 
5.    Milletvekillerinin %50'si her daim kadın olmalıdır
6.    Parti içi demokrasi şarttır. Demokratik haklar tabana yayılmalıdır
7.    Siyasi partiler yasası demokratik ve katılımcı olmalıdır
8.    Temsilciler merkezden değil, ön seçimle yerel delegeler arasından seçilmelidir
9.    Delege seçimlerinde şartlar ağırlaştırılmalı,kalite ve eğitim düzeyi arttırılmalıdır
10.   Siyasi partiler dinin arkasına sığınmamalıdır
11. İktidarlar da dinin arkasına sığınmamalıdır.

Sivil Toplum Kuruluşları; demokrasiyle ortaya çıkan bir örgütlenme değildir ama demokrasiyle önem kazanmıştır. Sivil toplum, anlamını demokrasi ile kazanırken, demokrasi de katılım problemlerinin çözümünü sivil toplum kurumları ile sağlamaktadır. Birbirleriyle ortak amaçlara sahip insanların oluşturdukları grupların seslerini ve isteklerini daha fazla duyurabilmenin demokratik yoludur. Sivil toplum örgütlerinin özelliği çoğulcu bir yapıya sahip olmasıdır. 

1.     Halkın 100 bin imza topladığı her konu meclis gündemine taşınmalı. Katılımcı demokrasi o zaman olur..
2. Halk Meclisleri kurulmalı ve her mahalle bu meclislerden kendisini yönetmelidir
3. Halk Evleri bu bağlamda fonksiyon görebilir
4. Muhtarlıklar Halk Meclislerinin çekirdeği olabilir

Kolluk Kuvvetleri; ordu ve polis güçlerinin demokraside ne kadar bulunduğu, ne kadar bulunması gerektiği her zaman tartışma konusu olmuştur. Dış güvenlik için ordunun, iç güvenlik için de polisin varlığı, onları demokrasi adına gerekli kılmakla birlikte; silahlı kuvvetleriyle demokrasiyi kaldırma veya kesintiye uğratma gücünü ellerinde bulundurmaları varlıklarını tartışma konusu yapmıştır. Gelişmiş demokratik ülkelerde sivil siyasetçiler, hem hukuken, hem de fiilen ordunun üstündedir ve ordu siyasi karar alma mekanizmasının içine olabildiğince az katılır. Özellikle dünyada soğuk savaş sonrası, ülkemizde ise 12 Eylül askeri darbesi sonrası sivil siyasetçinin üstünlüğü giderek artmaktadır.
Demokratik olarak yeterince gelişmemiş ülkelerde ise askerler, danışma kurullarıyla doğrudan ya da dolaylı olarak karar alma mekanizmasının içinde bulunur. Bu tip ülkelerdeki ortak özellik; ordunun ülke içindeki kurumlar arasında en ileri teknolojiye sahip ve modern dünyaya en yakın olan kurum olmasıdır. 'Ordu genellikle ekonomik gerilik, iç karışıklıkların artması, sivil yönetimin meşruluğunu kaybetmesi, ordu ve hükûmet arasındaki ihtilaf veya uluslararası kamuoyunun darbe yönündeki olumlu yaklaşımı gibi sebeplerle siyasete müdahale etmektedir.

Polis ise “yönetici sınıfın çıkarlarında hareket etmeye başlarsa ne olur?” sorusuyla düşünürlerin üzerinde durduğu bir kondur. Aristo’nun ‘bizi muhafızlardan kim muhafaza edecek?’ sorusu bu kaygının çok eskilere dayandığını gösterir. Polis gücünün demokrasinin sağladığı hak ve özgürlükleri kısıtlamaması ve gerektiği zaman yargıya hesap verebilmesi gerekliliği demokratik düşünürlerin ortak tavrı olmasına rağmen bunun nasıl ve ne kadar yapılması gerektiği konusunda görüş ayrılıkları yaşanır.


14 Ağustos 2013 Çarşamba

İnsan Hakları ihlali kanayan yaradır. İnsanım, haklıyım, kazanacağım!


İnsan Hakları ihlali kanayan yaradır. İnsanım, haklıyım, kazanacağım!

İNSAN HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ

İnsanlık topluluğunun bütün üyelerinde bulunan onurun; eşit ve başkasına aktarılamaz hakların tanınması, dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu,

İnsan haklarının tanınmaması ve hor görülmesi insanlık vicdanını isyana yönelten zorbalıklara yol açmış olduğu ve insanları korku ve yoksulluktan kurtulmuş, söz ve inanç özgürlüğüne kavuşmuş bir dünya kurulması insanoğlunun en yüksek ideali olarak ilan edilmesi olduğu,

İnsanın baskıya, baskı yönetimine karşı son çözüm olarak ayaklanmak zorunda kalmaması için, insan haklarının bir hukuk düzeniyle korunması bir zorunluluk olduğu,

Devletler arasında dostça ilişkilerin geliştirilmesi zorunlu olduğu,

Birleşmiş Milletleri Halkları Antlaşma'da, insanın temel haklarına, insan kişiliğinin onur ve değerine, erkek ve kadınların eşitliğine olan inançlarını bir kez daha açıklamış oldukları ve toplumsal ilerlemeyi kolaylaştırmaya, daha geniş bir özgürlük içerisinde, daha iyi yaşam koşulları oluşturmaya karar verdiklerini bildirmiş bulundukları,

Üye devletler, Birleşmiş Milletler örgütü ile işbirliği yaparak, insan haklarına ve temel özgürlüklere bütün dünyaca saygı gösterilmesinin sağlanmasını üstlenmiş oldukları,

Bu hak ve özgürlüklerin herkesçe özdeş biçimde anlaşılması, yukarıdaki üstlenmenin yerine getirilmesi açısından çok büyük önem taşıdığı için,

Genel Kurul

Toplumun her bir birey ve her bir organının, bu Bildirge'yi her zaman göz önünde tutarak, söz konusu hak ve özgürlüklere saygıyı geliştirmek için eğitim ve öğretim yoluyla ve gerek üye devletlerin halkları arasında, gerek üye devletlerin yönetimi altındaki bölgelerin halkları arasında bu hak ve özgürlüklerin evrensel ve etkin biçimde benimsenmesi ve uygulaması için giderek gelişen ulusal ve uluslararası önlemler aracılığıyla harcayacağı çabalarda bütün halklar ve devletler için ortak standart olarak işbu Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi'ni ilan eder.

Madde 1: Bütün insanlar özgür; onur ve hakları yönünden eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar.

Madde 2: Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da her hangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu Bildirge'de açıklanan bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir.
Bundan başka, ister bağımsız ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumu bakımından hiçbir ayrım gözetilmeyecektir.

Madde 3:
 Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.

Madde 4: Hiç kimse köle ya da kul olarak kullanılamaz; kölelik ve köle alım satımı her türlü biçimiyle yasaktır.

Madde 5: Hiç kimse işkenceye ya da acımasız, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza ya da muameleye uğratılamaz.

Madde 6:
 Herkes, nerede olursa olsun, kişiliğinin tanınması hakkına sahiptir.

Madde 7: Yasa önünde herkes eşittir ve herkes ayrım gözetilmeksizin yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma hakkını taşır. Herkesin, bu Bildirge'ye aykırı her türlü ayrıma ve bu tür ayrım gözetici işlemler için yapılacak her türlü kışkırtmaya karşı eşit korunma hakkı vardır.

Madde 8: Her kişinin, kendisine Anayasa ya da yasa ile tanınan temel haklara aykırı işlemlere karşı ilgili ulusal mahkemelerin etkin koruyucu önlemlerinden yararlanma hakkı vardır.

Madde 9:
 Hiç kimse, keyfi olarak tutuklanamaz, alıkonulamaz, sürülemez.

Madde 10: Herkes, haklarının ve ödevlerinin ya da kendisine yöneltilen ve ceza niteliği taşıyan herhangi bir suçlamanın saptanmasında, davanın bağımsız ve tarafsız bir mahkemece, tam bir eşitlikle, adil ve açık olarak görülmesi hakkına sahiptir.

Madde 11:
 (1) Bir suç işlemekten sanık herkes, savunması için kendisine gerekli bütün güvencenin sağlanmış bulunduğu açık bir yargılama ile yasaca suçlu olduğu saptanmadıkça, suçsuz sayılır.
(2) Hiç kimse, gerçekleştiği sırada ulusal ya da uluslararası hukuka göre suç oluşturmayan eylem ya da ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

Madde 12: Hiç kimse, özel yaşamı, ailesi, konutu ya da yazışması konularında keyfi müdahaleye, onuruna ve adına karşı saldırıya uğrayamaz. Herkesin, bu müdahale ve saldırılara karşı yasa ile korunmaya hakkı vardır.

Madde 13: (1) Herkes, herhangi bir devletin sınırları içinde özgürce dolaşma ve oturma hakkına sahiptir.
(2) Herkes, kendi ülkesi dahil herhangi bir ülkeden ayrılma ya da kendi ülkesine yeniden dönme hakkına sahiptir.

Madde 14: (1) Herkesin, zulüm karşısında, başka ülkelere sığınma hakkı vardır.
(2) Bu hak, adi bir suçla ya da Birleşmiş Milletler ilke ve amaçlarına aykırı eylemlerle ilgili kovuşturmalar halinde, ileri sürülemez.

Madde 15: (1) Herkesin bir yurttaşlığa hakkı vardır.
(2) Hiç kimse, yurttaşlığından ya da yurttaşlığını değiştirme hakkından keyfi bir biçimde yoksun bırakılamaz.

Madde 16: (1) Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, ırk, uyruk ya da din bakımından hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Söz konusu kişiler, evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit haklara sahiptirler.
(2) Evlenme ancak, evleneceklerin özgür ve tam rızası ile gerçekleştirilebilir.
(3) Aile toplumun doğal ve temel öğesidir ve toplum ve devletçe korunur.

Madde 17: (1) Herkesin, tek başına ya da başkalarıyla birlikte mal ve mülk edinme hakkı vardır.
(2) Hiç kimse keyfi olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılamaz.

Madde 18: Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak din ya da inanç değiştirme; dinini ya da inancını tek başına ya da topluca, açık ya da özel olarak öğretim, uygulama, tapınma ve anma bağlamında açığa vurma özgürlüğünü içerir.

Madde 19: Herkesin düşün ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu özgürlük düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve düşünceleri her araçta arama, elde etme ve yayma hakkını içerir.

Madde 20: (1) Herkesin barışcıl biçimde toplanma ve dernek kurma özgürlüğü vardır.
(2) Hiç kimse bir derneğe girmeğe zorlanamaz.

Madde 21: (1) Herkesin, doğrudan ya da özgürce seçilmiş kişiler aracılığıyla ülkesinin kamu yönetimine katılma hakkı vardır.
(2) Herkes ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir.
(3) Halkın iradesi, hükümet erkinin temelidir; bu irade, gizli ya da buna denk bir yöntemle yapılacak ve genel ve eşit oy verme yoluyla gerçekleşecek olan dönemsel ve dürüst seçimle belirir.

Madde 22: Her kişinin, toplumun bir üyesi olarak, sosyal güvenliğe; onuru için ve kişiliğinin özgürce gelişmesi için zorunlu olan ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların, ulusal çaba ve uluslararası işbirliği yoluyla ve her devletin örgütleriyle ve kaynaklarıyla orantılı olarak gerçekleştirilmesine hakkı vardır.

Madde 23: (1) Herkesin çalışmaya, işini özgürce seçmeye, adil ve elverişli çalışma koşullarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
(2) Herkesin hiçbir ayrım gözetilmeksizin, eşit çalışma karşılığı eşit ücrete hakkı vardır.
(3) Çalışan herkesin, kendisine ve ailesine insanlık onuruna uygun bir yasayış sağlayan, gerekirse her türlü sosyal güvenlik araçlarıyla da desteklenen bir ücrete hakkı vardır.
(4) Herkesin, çıkarlarının korunması için başkaları ile birlikte sendika kurmaya ve kurulu bir sendikaya katılmaya hakkı vardır.

Madde 24: Herkesin, çalışma saatlerinin makul ölçüde sınırlandırılması ve belirli aralıklarla ücretli izin dahil olmak üzere, dinlenme ve boş zamanlarını değerlendirme hakkı vardır.

Madde 25: (1) Herkesin gerek kendisi, gerek ailesi için yiyecek, giyecek, konut, sağlıksal bakım, gerekli toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine; işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılıkta ya da geçim olanaklarından kendi iradesi dışında yoksul kaldığı başka durumlarda, güvenliğe hakkı vardır.
(2) Analık ve çocukluk özel bakım ve yardım hakkı doğurur. Bütün çocuklar, ister evlilik içinde, ister evlilik dışında doğsunlar, eşit sosyal güvenlikten yararlanırlar.

Madde 26: (1) Herkesin eğitim hakkı vardır. Eğitim hiç olmazsa ilk ve temel eğitim evrelerinde parasız olmalıdır. İlk eğitim zorunludur. Teknik ve mesleki eğitimden herkes yararlanabilmeli ve yüksek öğretim, başarıya göre, herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır.
(2) Eğitim, insan kişiliğinin tam gelişmesini, insan haklarıyla temel özgürlüklere saygının güçlenmesini amaç olarak almalıdır. Eğitim bütün uluslar, ırklar ve dini topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu güçlendirmeli ve Birleşmiş Milletler'in barışın sürdürülmesi yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.
(3) Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türü için öncelikli seçme hakkına sahiptir.

Madde 27: (1) Herkes, toplumun kültürel etkinliklerine özgürce katılma, güzel sanatları tatma, bilim alanındaki ilerlemelerden ve bunların nimetlerinden yararlanma hakkına sahiptir.
(2) Herkesin, sahibi bulunduğu her türlü bilim, yazın ya da sanat yapıtlarından kaynaklanan ahlaki ve maddi çıkarlarının korunmasına hakkı vardır.

Madde 28: Herkesin, bu Bildirge'de yer alan hak ve özgürlüklerin tam olarak uygulanmasını sağlayacak bir toplumsal ve uluslararası düzene hakkı vardır.

Madde 29: (1) Herkesin, kişiliğinin özgürce ve tam gelişmesine olanak sağlayan topluluğa karşı ödevleri vardır.
(2) Herkes, haklarını kullanmak ya da özgürlüklerinden yararlanmak konusunda, salt başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınmasını ve bunlara saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla ve demokratik bir toplumda törenin, düzenin ve genel esenliğin haklı gereklerini karşılamak için yasa ile saptanmış olan sınırlamalara bağlıdır.
(3) Bu hak ve özgürlükler, hiçbir biçimde, Birleşmiş Milletler'in amaç ve ilkelerine aykırı olarak kullanılamaz.

Madde 30: Bu Bildirge'nin hiçbir unsuru, içinde açıklanan hak ve özgürlüklerin bir devlet, topluluk ya da bireyce ortadan kaldırılmasını amaçlayan bir etkinlik ya da girişime hak verir biçimde yorumlanamaz.



12 Ağustos 2013 Pazartesi

Kardeşlik ötekileştirmemektir. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiziz. Ayrışmayacağım!

Kardeşlik ötekileştirmemektir. Hepimiz birimiz, birimiz hepimiziz. Ayrışmayacağım!

Liberté, égalité, fraternité"Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" anlamına gelen bu Fransızca motto, 1789 Fransız İhtilali'nin simgelerindendir. Burada kardeşlikten anlamamız gereken toplumsal dayanışmadır. Toplumsal dayanışma; Toplumu oluşturan bireylerin güven ilişkisi, demokrasi, hukuk ve insan haklarına saygı çerçevesinde; ortak duygu, düşünce ve değerlerde birleşmesi ve birlikte hareket etmesidir. Gezi Parkı olayları bu noktadan bakınca, siyasal iktidar tarafından bir şekilde ötekileştirilmiş, Türkiye’nin tüm bileşenlerinin kardeşçe bir dayanışmayla, yeniden doğduğu, ana rahmini andıran bir sığınak olmuştur. Etimolojik olarak Türkçe ’de kardeş kelimesi, karın-daş kelimesinden gelmektedir. Divanu Lügati’t-Türk'te Kaşgarlı Mahmud, “karındaş” kelimesini "bir karında beraber bulunmuş" olarak açıklar. İster teolojik yöntemle, ister Darwinist yaklaşımla bakalım, tüm insanlar aynı kökten çoğalmıştır. O kök; idealist felsefede Âdem, materyalist felsefede ilk hücre olarak tanımlanır. Hangisine inanırsanız inanın neticede aynı kaynağın zerreleriyiz hepimiz. Yani karındaşız, kardeşiz.

Kardeşlik ötekileştirmemektir. Ötekileştirmek, kendi özüne ötekileşmektir.

Paylaşımdır kardeşlik.
Kardeşlik; kardeş payı yapabilmektir.
Kardeşlik; omuz omuza yürümektir.
Kardeşlik; karşılıksız, duru sevgidir.
Kardeşlik; zor günde uzanan eldir.
Kardeşlik; umuttur, hayat ışığıdır.
Kardeşlik; kayıtsız şartsız dayanışmadır.
Kardeşlik; derinde kalp sızısıdır.
Kardeşlik; hüznü dağıtan güneştir.
Kardeşlik; uğrunda verilecek candır.

Mesele, çelişen kavramların tarafı olmak değil, iyi ya da kötü insan olmaktır.

Dünya tarihinin başlangıcından beri tüm yönetimler, paranoyak devlet anlayışı nedeniyle toplumun farklı unsurlarını tek tipleştirmiş, tek tipleşmeye boyun eğmeyenleri ise ötekileştirmiştir. Oysa Gezi Parkı süreci göstermiştir ki; aslında Türkiye halkları, geçmişte yaşadığı ayrışmaları, bölünmeleri ve küslüğü unutmak ve kimseyi ötekileştirmeden, tüm kesimlerin hoşgörü ve saygı çerçevesinde bir araya gelebileceği kardeşçe bir yaşam istemektedir. Gelinen noktada her kesim; Kürtler, Türkler, Kemalistler, liberaller, komünistler, sosyalistler, Aleviler, Sünniler, dindarlar, ateistler, çevreciler, eşcinseller ve herkes empati kapasitesini arttırmış ve kardeşliğe olan açlığını haykırmıştır. Temel meselenin dindar/laik, ulusalcı/liberal, sağcı/solcu, Alevi/Sünni gibi birbiriyle çelişen kavramların tarafı olmaktan değil, iyi ya da kötü insan olmaktan kaynaklandığını göstermiştir.



Hoşgörü, “kim olursan ol, ne olursan ol gel” diyebilmektir.
Gezi Parkı olayları sırasında, Türkiye’nin tüm farklılıkları birbirini tanıma fırsatı bulmuş, kimlik, ırk, dil, din ayırmaksızın birbirini, olduğu gibi hoşgörüyle kabul etmiş ve bir bütünün renkli parçaları olarak kardeşçe yaşayabilme üstünlüğünü göstermiştir. Gezi Park’ında bulunan ve toplumun tüm farklılıklarını temsil eden zümreler, kendi renk kartelalarında olmayan yeni bir renk keşfetmişlerdir; kardeşliğin renk harmonisi… Toplumun en çok ayrıştığı ve sevgisini nefretle harmanladığı spor alanında, daha önce birbirlerinin renklerine bile tahammül edemeyen keskin taraftar grupları arasındaki dayanışma ve omuz omuza ilerleme, insanlık tarihine not düşülecek nitelikte olmuştur. Öncelikle ve sadece Gezi Parkı’nın yeşil alan olarak kalmasını isteyen, AVM’leştirilmesine karşı çıkan çevre duyarlılığı yüksek gençlerin devletin güvenlik güçleri tarafından terörize edilmeleri, 11 yıllık AKP iktidarının baskısına karşı topyekûn bir başkaldırıya sebebiyet vermiştir. Devlet terörünün hunharca davranışı karşısında iktidar mezalimine daha fazla dayanamayacağını hisseden her birey tereddüt etmeksizin Taksim’e koşmuş ve ortak vicdanın sesiyle yekvücut olmuştur. Güvenlik güçlerinin çevrecilere karşı orantısız şiddet kullanarak parkı zapturapt altına alması sonun başlangıcını getirmiştir.
Sık bakalım, sık bakalım… Biber gazı sık bakalım… Kaskını çıkart, copunu bırak, delikanlı kim bakalım…
Kardeşlerinin bu ölçüsüz zulmün karşısında ezilmelerine daha fazla dayanamayan her duyarlı genç dayanışmak adına, özgürlük adına, eşitlik adına, kardeşlik adına polisin kasklarına, kalkanlarına, zırhlarına, Toma’larına, akreplerine, muharip güçlerine karşı; “hiçbir şey”leriyle direnmeye çalışırlarken, Beşiktaş’ın Çarşı Grubu 57. Alayı andırırcasına kırmızı pankartıyla polis barikatlarını yıkarak parka girmiştir. Beşiktaş’ın şövalye ruhlu gençlerinin sürece dâhil olması direnişçilerin kendilerine güvenini yükseltirken, Fenerbahçelilerin Kadıköy’den yürüyüş kollarıyla saf tutarak Boğaz Köprüsü’nü yayan geçmesi, hızla gelişmekte olan direniş gücüne güç katmıştır. Aslında çok değil, bir sezon önce Galatasaraylıların Arena Stadyumu açılışında Başbakana karşı gösterdikleri ve hiç beklenmedik ilk toplumsal tepki, futbolun sadece futbol olmadığının erken bir habercisi gibiydi. Böylece, süreç içerisinde birbirinden bağımsız olarak iktidara karşı tepkilerini koyan bu üç büyük taraftar grubu, Gezi Parkı bilinci doğrultusunda Türk siyasi tarihine altın harflerle yazılacak bir dayanışma örneği göstermiştir. Hazret-i Ali’nin “İnsanların en âcizi insanlardan kardeş edinemeyen, ondan daha âcizi ise kardeş edindikten sonra yitirendir.” Deyişine dayanarak bu kardeşliğin ebedi olacağı kalplerde hissedilmiştir.

O güne kadar hep öfke paylaşımında bulunmuş taraftar grupları, Göztepeli, Karşıyakalıyla, Adanasporlu, Adana Demirsporluyla, Beşiktaşlı,  Bursalıyla, Galatasaraylı, Fenerbahçeliyle, Trabzonsporluyla yan yana can cana direnişe dâhil olmuştur.
“Yalnız değilsiniz. Yeryüzü sofralarında birlikteyiz…”
Direnişin; İslam’ı siyasal malzeme olarak kullanarak iktidara gelmiş olan ve her daim suiistimal etmekten geri durmayan AKP iktidarı aleyhine gelişen en önemli kırılma noktalarından birisi de; “kapitalist Müslüman olmaz” sloganıyla parka gelerek destek veren Antikapitalist Müslümanlar olmuştur.
“Nerdesin aşkım? Burdayım aşkım…”
Türkiyeli lezbiyen, gay, bisexüel, transsexüel ve travestiler LGBTT); belki de ötekileştirme zulmünün karşısında mevzilenmek durumunda bırakılmış mağdurlar olarak, neşeleri ve renkleriyle birlikte, delikanlılıklarını da Gezi Ruhu’na katmış, kardeşliğin mozaiğindeki eksik parçayı da tamamlamıştır.
“Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği” Deniz Gezmiş

Gezi ruhu; ağaçlarına da sahip çıkmıştır, halkların kardeşliğini de savunmuştur.
Gezi ruhu; kamuda türbana da sahip çıkmıştır, anadilde eğitimi de savunmuştur.
Gezi ruhu; eşcinsel haklarına da sahip çıkmıştır, dinlerin kardeşliğini de savunmuştur.
Gezi ruhu; cinsel istismar mağdurlarına da sahip çıkmıştır, işçi haklarını da savunmuştur.
Gezi ruhu; “heval”ine de sahip çıkmıştır, “gardaş”ını da savunmuştur.
Gezi ruhu; yeryüzü sofralarına da sahip çıkmıştır, komünal yaşamı da savunmuştur.
Gezi ruhu; semaya da sahip çıkmıştır, semahı da savunmuştur.
Gezi ruhu; yogaya da sahip çıkmıştır, namazı da savunmuştur.

Öte ”kim”?

Dayanışma 94 yaşındaki amcanın; “vaktim geldi biliyorum, geziyi görmeden ölemezdim” demesidir, 10 yaşındaki dünya güzeli kızın elleriyle boyayıp getirdiği “teşekkür ederim” pankartıdır. Analarımızın parka gelip gençleri elleriyle beslemesidir, sosyetik, medyatik, elit kesimin süsten uzak sade halleriyle parka gelip çöpleri toplamasıdır,  yaralandığında seni taşıyan hiç tanımadığın gencin gözyaşlarıdır dayanışma, her dilde aşktır, Dayanışma sen ateistken, namaz kılan Müslüman kardeşinin etrafında koruma çemberi oluşturmaktır. İnançlarıyla örtüşmediğini bildiği halde iftariyesini ateist arkadaşıyla paylaşan Müslümandır. Dayanışma, tutuklananlara destek için Çağlayan Adliyesi'ne gidip kendilerinin de aynı eylemi yaptıklarını bildirmektir. Dayanışma işten atılma tehditlerine rağmen, yeminlerine sahip çıkarak devlet terörü kurbanlarına sağlık dağıtmaya çalışan, steteskopunu muktedire rehin vermemiş doktorlardır. Dayanışma, toplumun bütün unsurlarının, kutsal günlerine azami saygı göstermektir. Cemreden sonra toprağa düşen kan yaşıdır…

“Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik; ama bu arada çok basit bir sanatı unuttuk: Kardeş olarak yaşamayı.Martin Luther King

Devrimci Müslümanlar’ın; “Farklılıklar birbirini yaşatır aslında, herkes beyaz olsa beyaz fark edilmez ki” dediği coğrafyamızda, beraber yaşadığımız Ermeni, Rum, Yahudi, Çerkez, Kürt, Alevi, Süryani, Boşnak, Tatar ve tüm zenginliklerimizin bayramlarını kardeşçe kutlamak gerekmektedir, mesajını vermiştir Gezi Ruhu. Gezi Parkı’nda tüm bu unsurlar belki de ilk kez birbiriyle tanışmış, kardeşinin özellik ve güzelliklerini tatmıştır. Gezi Ruhu; direniş sürecinde sevgiyle harmanlanan harçtan geri adım atılmasına asla müsaade etmeyecektir. Bu yoldan dönüş yoktur.  Goethe’nin deyişiyle; “Bir kişinin sözleri önemli değildir; iki yanı da dinlemeli. Bir şey her şey için, her şey bir şey için vardır. Çözümde görev almayanlar sorunun parçası olur.”

Hamdık, hoşgörü kazanında piştik, kardeş aşkıyla yandık… Ayrışmayacağız!