7 Ağustos 2013 Çarşamba

Özgürlük benim karakterimdir, çünkü doğuştan hakkımdır. Boyun eğmeyeceğim!

Özgürlük benim karakterimdir, çünkü doğuştan hakkımdır. Boyun eğmeyeceğim!

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 1.maddesi; “bütün insanlar özgür doğarlar. Onur ve hakları bakımından eşittirler. Akıl ve vicdana sahiptirler ve birbirlerine karşı kardeşçe davranmalıdırlar. ” Demektedir. Türkiye Cumhuriyeti 10.Aralık.1948 yılında bildirgeyi imzalamıştır. Ne var ki geçen 65 yılda Bildirge sayılamayacak kadar çok çiğnenmiş ve nihayetinde AKP iktidarının uygulamalarıyla ihlaller rekoru kırılmıştır. On bir yıllık AKP rejiminin baskısı altında yaşayan Türkiye Halklarının tüm bileşenleri, Taksim Gezi Parkı olaylarının patlak vermesiyle birlikte ortak bir vicdan çerçevesinde kenetlenmiş ve hep bir ağızdan EY ÖZGÜRLÜK diye haykırmıştır. “İki şeye hakkım var: Özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim. Çünkü kimse beni canlı tutsak edemez. ”  diyen cesur özgürlük savaşçısı Ernesto Che Guevara’nın yeminine uyarcasına,  Gezi’nin cesur yürekleri de şanlı direnişte 5 şehit vermiştir. Ancak, ceberut devlet terörüyle verilen kayıplar boşuna olmamış, “dilimden, dinimden, inançlarımdan, yaşam biçimimden, cinsel kimliğimden, bedenimden, hamile karnımdan, bebeğimden, giyim tarzımdan, başörtümden, çulumdan, çaputumdan, yediklerimden, içtiklerimden, haber alma özgürlüğümden, gelecek tercihimden, üniversitemden, okuduğumdan, dinlediğimden, elini, dilini ve yargını çek! Karışma yaşam alanlarıma. Ben senden farklıyım. Beni onaylamıyor bile olsan, varlığımı kabullen. İfade özgürlüğümü anayasal güvence altına al, çünkü ben kafamdakileri sansüre tabi tutmadan konuşabileceğim açık bir toplum istiyorum. Özgürlük istiyorum. Çünkü özgürlük benim karakterimdir. Boyun eğmeyeceğim…” biçiminde yükselen özgürlük çığlıkları, Gezi’den dünyaya yayılmıştır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde; “herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasal ya da her hangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken, varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bütün hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanabilir.”  Denmektedir. Bu evrensel çerçevede özgürlük paketi, herhangi bir parçanın kabulü ile değil; tüm parçaların kabulü ile işlerlik kazanır. Ne ki; iktidarlar özgürlük sözcüğünü ağızlarından düşürmemekte ancak kendi ikiyüzlü sahte özgürlük paketleriyle toplumun karşısına çıkmaktadır. İşte Onlar; “kendine liberal”, “kendine demokrat”, ”kendine halkçı”, “kendine Müslüman”dır. Büyük üstat Nazım Hikmet’in deyişiyle; “onlar ümidin düşmanıdır sevgilim… Akarsuyun, meyve çağında ağacın, serpilip gelişen hayatın düşmanı...”  

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi; “doğumdan, ölümüne dek; hayatının her aşamasında; dünyayı yorumlama, istek ve arzuları doğrultusunda kendini yönlendirme ve tüm bu imtiyazlara kendi iradesiyle, hiçbir zorlama olmadan, sınırsız ulaşma hakkı, kişinin özgürlüğüdür. Bununla beraber herkes, haklarını kullanmak ya da özgürlüklerinden yararlanmak konusunda, salt başkalarının hak ve özgürlüklerinin tanınması ve saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla yasa ile saptanmış olan sınırlamalara bağlıdır .” Demektedir. Bakunin ise; “Eğer insan ahlakının bir temel ilkesi varsa, o da özgürlüktür. Başkalarının özgürlüğüne saygı duymak ise görevdir. ” Der. Bu anlayışla özgürlük “tüm bireyler arasında eşit ağırlıklı” olmalıdır.  Başka bir deyişle; “sınırsızlık” başkalarının özgürlük sınırlarına kadardır. Örneğin; kimsenin bir başkasını “öldürme” özgürlüğü yoktur. Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır . Kimse bir başkasının haklarına, konfor alanına, inançlarına ve değerlerine tecavüz edemez.  “Hep bana” özgürlüğü de adaletsiz bir özgürlük anlayışıdır. “Başörtüme özgürlük” eyvallah iken, “alkol yasak” olmaz! “camiye özgürlük” eyvallah iken “cemevine yasak” olmaz! “Türkçe ’ye özgürlük” eyvallah iken “Kürtçe ’ye yasak” olmaz! “yandaş medyaya özgürlük” eyvallah iken “karşıt görüşe yasak” olmaz! Kısaca “adalet olmayan yerde özgürlük olmaz.” Başörtüsü, türban, çarşaf, burka dâhil tüm giysiler, sadece okullarda değil tüm kamusal alanlarda güvenlik önlemleri dışında hiçbir kıstas getirmeksizin derhal serbest bırakılmalıdır. 6 yıl başörtüsüyle tıp eğitimi alan erişkin bir insana, “şimdi doktor oldun ve başörtünü çıkartmalısın” denilemez. Kimse kimsenin yaşam tarzına kendi yaşam tarzını “normal” kabul ederek müdahale edemez. Hiç kimse “normal” değildir. Kimse kendine “normal” diyemez. “Normal”lik özgürlük düşmanı, hastalıklı bir sözcüktür. Toplumun %100’ünün kabul ettiği bir şey dahi normal diye tanımlanamaz. Çünkü bir de “zaman” faktörü vardır. Bugünün “normal”inin yarın ne olacağı meçhuldür. Mustafa Kemal Atatürk’ün unutulmaz saptamasında altını çizdiği gibi; “hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış ve donmuş kural yoktur. Asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmektir.” 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre; “Herkesin düşün ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır; bu özgürlük düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın bilgi ve düşünceleri her araçta arama, elde etme ve yayma hakkını içerir .” Oysa Başbakan, sosyal medyayı “bela” olarak nitelemiş, direktifinden çıkamayan Bakanlarından, “ulaştırmaya bakanı” çağdaş devletlerde görülmeyecek bir komedi sergileyerek Facebook ve Twitter’a “işbirliği” teklif etme cahilliğini göstermiştir. Ülkemizin saygın sanatçıları, sosyal medya üzerinden bilgi ve düşüncelerini yaydıkları için kovuşturmaya alınmıştır. Hâlbuki İnsan Hakları Komitesi’nin Temmuz 2011’de Cenevre’de imzaladığı bildirgenin, Görüş ve İfade Özgürlükleri’ ne dair 19.maddesi; ‘’Fikir oluşturma ve ifade etme özgürlüğü, kişinin eksiksiz gelişimi için vazgeçilmez koşullardır. Söz konusu özgürlükler özgür ve demokratik her toplumun temel taşlarıdır’’  demektedir. Bu bağlamda fikir özgürlüğü alanında kısıtlama kabul edilemez. Başkalarının yaşama özgürlüğü dâhil, hiçbir özgürlüğüne tecavüz etmemiş, şiddet kullanarak fikirlerini kabul ettirmeye çalışmamış ancak sadece siyasi görüşlerinden, fikirlerinden dolayı suçlu bulunup cezalandırılmış herkes özgür bırakılmalı ve itibarları iade edilmelidir. 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre; “Herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı vardır; bu hak din ya da inanç değiştirme; dinini ya da inancını tek başına ya da topluca, açık ya da özel olarak öğretim, uygulama, tapınma ve anma bağlamında açığa vurma özgürlüğünü içerir .” İnanç özgürlüğü tüm inanç sistemlerine ve inançsızlara karşı eşit özgürlük ilkesine uygun olmalıdır. Evrensel özgürlük anlayışında zorlama olamaz. Bir taraftan “Dinde zorlama yoktur”  derken, diğer yandan dayatma kabul edilemez. Ana babalar, çocuklarına verilecek eğitim türü için öncelikli seçme hakkına sahiptir . İnanç özgürlüğü doğrultusunda zorunlu din dersleri derhal kaldırılmalıdır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre; “Herkesin eğitim hakkı vardır. Eğitim, insan kişiliğinin tam gelişmesini, insan haklarıyla temel özgürlüklere saygının güçlenmesini amaç olarak almalıdır. Eğitim bütün uluslar, ırklar ve dini topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu güçlendirmeli ve geliştirmelidir .” Oysa zorunlu din dersleri devletin resmi seçimiyle zorunlu Sünni İslam dersleri şeklinde uygulanmaktadır. Bunun yerine tüm dinler ve din karşıtlığı hakkında bilgi veren, tarafsız ve eleştirel felsefe dersleri olmalıdır. Sünni mezhep mensupları kadar, Aleviler, Süryaniler, Yezidiler, Mecusiler, Hristiyanlar, Yahudiler ve adları sayılmamış olan tüm inanç mensuplarıyla birlikte; dini inanca karşı olan; ateist, agnostik, panteist veya şamanlar da desteklemeli; kendilerini ifade etmeleri ve fikirlerini yaymaları özgürleştirilmelidir. Hazreti Mevlana’nın “Gel, gel, ne olursan ol yine gel. İster kâfir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel. ” Sözünü ağızlarına pelesenk eden muktedirler; özellikle inançsız kesimi, sanki inançsızlık bir suçmuş veya cüzamlılarmış gibi lanetlemiş; gizlenmekten başka yol bırakmamıştır. Bu nedenle devletin inançsız vatandaşları da desteklemesi, onların varlıklarını kabul etmesi, kendilerini ifade etme ve düşüncelerini yayma haklarını koruması şarttır. Elbette devlet tüm bunları yaparken, laiklik ilkesine sıkı sıkı sarılmalı ve tüm vatandaşlarının inanç ya da inançsızlık özgürlüğünün garantörü olmalıdır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 2.Maddesinde; “herkes, cins ayrımı gözetilmeksizin bütün hak ve özgürlüklerden eşit olarak yararlanabilir. ” Kadınların özgürlük ve eşitliği sözde kalmamalıdır. Kaç çocuk doğuracağıma, doğurup doğurmayacağıma sadece ben karar verebilirim. Bununla birlikte tüm insanların cinsel kimliklerine ve tercihlerine saygı göstermek, bu kimliklerini özgürce yaşamalarını sağlamak da devletin görevlerinden biridir. Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, ırk, uyruk ya da din bakımından hiçbir sınırlamaya bağlı olmaksızın evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Söz konusu kişiler, evlenme konusunda, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit haklara sahiptirler.  
Evlenme ancak, evleneceklerin özgür ve tam rızası ile gerçekleştirilebilir.  
Analık ve çocukluk özel bakım ve yardım hakkı doğurur. Bütün çocuklar, ister evlilik içinde, ister evlilik dışında doğsunlar, eşit sosyal güvenlikten yararlanırlar. 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi; “Hiç kimse, özel yaşamı, ailesi, konutu ya da yazışması konularında keyfi müdahaleye, onuruna ve adına karşı saldırıya uğrayamaz. Herkesin, bu müdahale ve saldırılara karşı yasa ile korunmaya hakkı vardır .”  Demektedir. Haberleşme özgürlüğü, milli güvenlik maskesiyle baskı altına alınamaz. Herkes kendi mahrem hayatını özgürce yaşama hakkına sahiptir. Suçluları tespit etmek için telefon dinlemek, her sistemde yapılabilecek bir polisiye tedbirdir. Ancak telefon dinlemelerini siyasi erk kazanmada bir silah olarak kullanmak, bunun üzerinden kişileri özel hayatları ile tehdit etmek; işkence yapmak ile eşit oranda insanlık suçu sayılmalıdır. 

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre; “Herkes, herhangi bir devletin sınırları içinde özgürce dolaşma ve oturma hakkına sahiptir .” Oysa Gezi Olayları sırasında halka açık alanlar, halka kapatılmıştır. Herkesin barışçıl biçimde toplanma ve dernek kurma özgürlüğü vardır . Ama Türkiye bir yandan bu maddenin altına imza atarken, diğer yandan Gezi protestoları çerçevesinde toplananları, hükümeti darbeyle yıkmaya niyetli örgüt üyeleri kurmacasıyla içeri atmıştır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne göre; Herkesin, doğrudan ya da özgürce seçilmiş kişiler aracılığıyla ülkesinin kamu yönetimine katılma hakkı vardır. Herkes ülkesinin kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Halkın iradesi, hükümet erkinin temelidir; bu irade, gizli ya da buna denk bir yöntemle yapılacak ve genel ve eşit oy verme yoluyla gerçekleşecek olan dönemsel ve dürüst seçimle belirir.  Oysa Türkiye’de milli irade barajlarla engellenmektedir. Seçim barajı derhal %0’a indirilmeli, her türlü düşüncenin mecliste yer edinmesini sağlayacak düzenlemelere gidilmelidir. Ayrıca hiçbir vekilin, milletin kendisinden daha fazla dokunulmazlığı olmamalıdır. Bu ayrım, özgürlüğün eşit dağılım ilkesine aykırıdır.

"Kanaatkar olmak, boyun eğme zilletinden daha hayırlıdır..." der Hazret-i Ali...
Özgürlük Gezi Ruhu’nun karakteridir ve Gezi Ruhu özgürlük yolunda boyun eğmeyecektir!

Mustafa ALTIOKLAR - Fırat Efe AKYÜZ

3 yorum:

  1. can kardeşim. Kalbinin çarpıntılarından rezonans oluşup bardaklar,camlar kırılıyor... her kelimesine candan katılıyorum.Varlığına sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Muhteşem ifade yüreklerinize sağlık..

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.