8 Ağustos 2013 Perşembe

Eşitlik birin bire eşitliğidir,çünkü hepimiz bir’den çoğaldık. Empatiyle yaşayacağım!



Eşitlik birin bire eşitliğidir,çünkü hepimiz bir’den çoğaldık. Empatiyle yaşayacağım!

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 7. Maddesi; Yasa önünde herkes eşittir ve herkes ayrım gözetilmeksizin yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma hakkını taşır. Demektedir ve Türkiye Cumhuriyeti bildirgeyi 1948 yılında kabul etmiştir.  Buna ek olarak, faşist rejim anayasası olsa da, 1982 Anayasası “Kanun Önünde Eşitlik ” başlığını taşıyan 10’uncu  maddesinde şöyle demektedir; “Herkes, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, mezhep, felsefi inanç, siyasî düşünce ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.” Buna rağmen 32 yıldır bu madde de defalarca çiğnenmiştir.

Eşitsizliğin en çarpıcı olduğu alan tarihler boyunca kadın-erkek dengesizliğinde karşımıza çıkmıştır. Bu durum İslam coğrafyasında da büyük acılara yol açmış ve ne yazık ki hala açmaya devam etmektedir. İslam Dini yüksek bir ahlak, gerçek bir adalet anlayışı ile ortaya çıkmış bir dindir. Hz. Muhammed; “Kadın erkekle eşittir ve toplumun bir yarısıdır”. Demiştir. Bu yüce söze rağmen Türkiye kadınlarının modern bir topluma geçişi, ancak yüzyılların ardından Atatürk’ün Devrimleri ile mümkün olmuştur. 1924 anayasası hazırlanırken kadınların milletvekili seçme ve seçilme hakkına sahip olması Atatürk tarafından gündeme getirilmiştir. Ancak TBMM genel kurulunda bu hakların yalnızca erkeklere tanınması fikri ağır bastığından, kadınlara siyasal haklar tanınması, diktatörlükle itham edilen Atatürk’ün en kudretli olduğu günlerde, TBMM’ye yani milli iradeye ve demokrasiye saygısından ötürü 1934 yılına kadar ertelenmiştir. Nihayet bu öneri ancak 5 Aralık 1934’te Mecliste kabul edilerek her kadına 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkı verilmiştir. Böylece 1934’de Türk kadını, Avrupalı kadınlardan 25 yıl önce milletvekili seçme ve 15 yıl önce de seçilme hakkına, yani eşit vatandaş olma niteliğine Atatürk sayesinde yasal olarak kavuşmuştur. Böylelikle Atatürk Türk kadınının faaliyetini sadece eviyle ve çocuklarıyla sınırlandırmamış, memleketin kadını ve erkeğiyle birlikte çalışmasıyla ilerleyebileceğini tespit etmiş; “Türk kadınını ilmi, ahlaki, içtimai, iktisadi hatta erkeğin refik, muavini ve müzahiri yapmak, yoludur.” Demiştir.

Gezi olayları çerçevesinde eşitlik kavramına bakış da, diğer tüm paradigmalarda olduğu gibi yeniden tanımlanmıştır. Son 11 yılda, AKP iktidarının giderek otokratikleşen baskıcı uygulamalarına karşı birikmiş bir tepki olarak isyan aleviyle dile gelen Gezi Ruhu, sadece Türkiye’ye değil bütün dünyaya “eşitlik kavramı”nın, toplumun tüm kesimlerine, tüm unsurlarına, tüm farklılıklarına saygı duyularak yaşanması ve yaşatılması gerektiğini öğreten bir duruş sergilemiştir. Gezi Parkı, dünyanın bütün çelişkilerine karşı, eşitliğin, kardeşliğin, yani sınırsız, sınıfsız bir yeryüzü cenneti idealinin prototipini oluşturmuştur. “Ülkemin henüz mükemmel olmadığını biliyorum. Tüm zamanlar boyunca insanlara özgürlük ve eşitlik getirmek için mücadele ettik. Ne var ki, dünyada bu yöndeki uygulamalarımızın, iyi niyetlerimizle örtüşmediği zamanlar da oldu.” diyen Barack Obama, hatalarını itiraf etmek yüce gönüllüğünü gösterirken, bizim liderimiz, demokrasi isteyen gençleri çapulculukla itham etmiştir. Ne ki, adalet arayışındaki gençlik; çapulcu olmayı bir madalya gibi göğsüne takarak, haklarının peşine, herkesin hakkına eşitlik şiarıyla düşmüş, özgürlüğü için gerektiğinde canını vereceğini tüm dünyaya göstermiştir. Mihail Bakunin bu konuda; "İnsan yalnızca eşit ölçüde özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür; bir tek insanın bile köleliği tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir. Herkesin özgürlüğü bu nedenle yalnızca herkesin eşitliği halinde gerçekleşebilir. Özgürlüğün eşitlikle gerçekleşmesi ; adalettir." Demektedir. Sosyal reformcu, feminist yazar İskoç Frances Wright ise konuyu ; "Eşitlik ruhun özgürlüğüdür. Yani eşitlik olmadan özgürlük olamaz." deyişiyle özetlemiştir.

Gezi Parkı cennetinin “eşitlikçi” ortamında özgürlük kavramı; kardeşlik, dayanışma, karşılıklı saygı, sadelik, azla yetinmek, başkalarının hakkını gözetmek ve masumiyetle bütünleşmiştir. Albert Einstein’ın; “Tanrının nezdinde hepimiz eşit oranda bilge ve eşit oranda aptalız.” Sözünün anlamını hakkıyla verircesine; bilge, aptalla; bilgili, cahille; yılda milyon dolarlar kazanan CEO, kredisiyle geçinen öğrenciyle;  genel müdür, odacıyla; binbaşı, onbaşıyla; öğrenci, hocayla; zengin, yoksulla; türbanlı, başı açıkla; mutaassıp, modernle; en koyu düz cinsel, eşcinselle; feminist, maçoyla; kentli, köylüyle; Türk, Kürt’le; Sünni, Alevi’yle; tinerci, kolejliyle sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle olarak, yan yana yemek sırasına girmiş, aynı yemeği yiyip içmiş, aynı helayı kullanmış, aynı gazı solumuş, aynı kapsülle vurulmuş, revirde omuz omuza pansuman sırası beklemiş, birbirinin yarasını sarmış, aynı türküleri söylemiş, önce gönüllerini eşitlemiş, eşitliğin ve kollektif yaşamanın yüksek hazzını birlikte öğrenmiştir. Böylece sadece kendi haklarına değil, o güne kadar kendilerine ‘’öteki’’ olmuş olan diğerlerinin haklarına da eşit ölçüde sahip çıkmış, ben olarak değil, biz olarak bakmayı gönülden benimsemiştir. Bu duygudaşlıkla, yani empatiyle yüklenen her birey, giderek daha önce hiç olmadığı kadar sempatikleşmiştir. Bebekler doğdukları andan itibaren Empatiyle büyürler. Ülke, coğrafya, sosyal çevre ve aile zamanla onları antipatiye iter. Empati sayesinde insan ilişkileri gelişir. İnsanlar arasındaki kavgalar azalır ve zamanla yok olur.

Oysa tüketim çağının vahşi kapitalizmi, eşitlik ilkesinin insanın doğasına, hatta giderek doğanın doğasına aykırı bir ilke olduğu tezini savunagelmiş ve nihayetinde insanoğlunun birbirini dişlediği bir toplum modeli yaratmayı başarmıştır. Komünist ideolojinin teorisiyle taban tabana zıt pratik hatalarını arsız bir fırsatçılıkla paketleyerek insanoğlunun önüne sürmüş, eşitlik kavramını itibarsızlaştırmış ve böylece rant ekonomisi yolundaki engelleri temizlemiştir. Rekabetçi tüketim toplumu modeliyle, ihtiyaç ötesi üretimlerini janjanlayarak insanları ihtiyaçları olduğuna inandırmış ve pazarlamış, rant sistemini oluştururken de, tüketmenin, tükenmekle sonuçlanacağına hiç aldırış etmemiştir. Halbuki son 30 yıl içerisinde, tüketim toplumu fertlerinin en yaygın ve tedavisi en güç ruhsal hastalıklarından birisi hızla metropol insanları arasında yaygınlaşmaya başlamış ve tanımlanmıştır: “burnout sendromu…” Tükenmişlik Sendromu (yanmışım ben sendromu), kapitalist sistemin talep ettiği rekabetçi, bireyci ve sadece kazanmaya koşullandırılmış insan modeline ayak uydurmak zorunda bırakılan gençlerin, hayal kırıklıkları ve buna bağlı olarak bedensel, ruhsal ve sosyal tükenişleriyle sonuçlanmaktadır. Tüketim toplumunun ezici çarkları arasında, ideallerinden kopartılan gençlerde daha sıklıkla görülen bu sendrom, eşitlik kavramının yüksek insanlık ideolojisi ve geleceğimiz için ne kadar hayati olduğunu ispat edercesine karşımıza çıkmıştır. Kır oğul zinciri; hür gez, hür konuş… Yok mu altından gümüşten bir kurtuluş?” Hazret-i Mevlâna’nın bu sözünden feyz almışçasına, Gezi Ruhu göstermiştir ki; kazanmaktan daha önemli bir beklentisi vardır “neden kuşağı” gençlerinin: mutlu olmak… Basit ve nahif bir talep; sadece mutlu olmak… “Neden Kuşağı” gençliği (ingilizce’de “why generation ya da kısaltılmış haliyle “y generation”) neden yarışmak zorunda bırakıldıklarını sorgulayarak doğmuştur. Neden daha iyi olmak zorundayım arkadaşlarımdan? Neden daha güçlü olmalıyım? Neden daha hızlı koşmalıyım? Neden daha yükseğe sıçramalıyım? Neden daha çok para kazanayım ki? Neden, neden, neden? Y-kuşağı gençleri, internette, son derece eşitlikçi bir platformda, bir oda, bir klavye, bir modem üzerinden ‘’neden?’’ sorularını sormuş ve ebeveynlerinin formatlanarak kendilerini kaptırmış oldukları rekabetçi tüketim toplumu modelini, denizler aşırı mesafeleri yok hükmünde sayarak aralarında sorgulamış ve giderek itirazlarını şekillendirmiştir. Hazret-i Pîr’in;  “Mademki sen bensin, ben de senim, nedendir şu senlik benlik” deyişinin anlamının tadını çıkartırcasına internet üzerinden tanışan ve öteki demeden diğerinin meselesini, ortak meseleleri gibi anlayan y-kuşağı “yarış” değil, “eşitliğe varış” istemektedir. Gençler artık “atları vurmasınlar” demiş ve Gezi Parkı ağaçlarından başlayarak doğaya yani “hayata” sahip çıkmıştır.

Neticede Gezi süreci boyunca yüksek empati kurabilmeyi öğrenen ve dalga dalga insanlığa öğreten Gezi Ruhu, adı ve kuralları yazıya dahi geçmemesine rağmen ortak bir vicdanla yerküreyi atmosfer gibi sarmıştır.  Artık Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü “ortak vicdan”, eşitliğin dayanılmaz güzelliğini koruyacak ve yaşatacak bir sistemi, zerresinden vazgeçmeden sonsuza dek talep etmektedir.

Eşitlik birin bire eşitliğidir, çünkü hepimiz bir’den çoğaldık. Empatiyle yaşayacağım!
                                                             

Mustafa ALTIOKLAR – Fırat Efe AKYÜZ

1 yorum:

  1. Sağ olun, var olun. Çok güzel anlatmışsınız. İzin almadan facebookda paylaştım. Affınıza...

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.